ŞEMA TERAPİ

Şema Terapi, kişinin çocukluk döneminde oluşan olumsuz deneyimlerin, inançların ve kalıpların günümüzdeki duygusal sorunlarını nasıl etkilediğini anlamaya ve değiştirmeye yönelik bir psikoterapi yaklaşımıdır.

Jeffrey E. Young tarafından geliştirilen Şema Terapi; bilişsel, davranışçı ve psikanalitik yaklaşımları birleştirerek ortaya çıkmıştır.

Şema Terapinin temel amacı, kişinin “şemalar” olarak adlandırılan olumsuz inanç ve duygusal kalıpları fark etmesini, bunları sorgulamasını ve dönüştürmesini sağlamaktır. Şemalar, çocukluk dönemindeki olumsuz deneyimler sonucunda oluşan kalıplardır ve yetişkinlikte duygusal sorunlara, sağlıksız ilişkilere ve davranışlara yol açabilir.

Terapist, kişinin geçmişteki deneyimlerini ve olumsuz inançlarını anlamasına yardımcı olurken, kişinin içsel dünyasını ve mevcut duygusal tepkilerini keşfetmesine, duygusal ihtiyaçlarını anlamasına ve bu ihtiyaçları karşılamak için sağlıklı stratejiler geliştirmesine odaklanır.

Şema Terapinin amacı, kişinin sağlıklı benlik kavramını güçlendirmek, sağlıklı ilişkiler kurmak, duygusal ihtiyaçlarını karşılamak ve daha memnun bir yaşam sürdürmek için gerekli olan bilinçli seçimleri yapmasını sağlamaktır. Terapi süreci, kişinin kendini tanımasını, duygusal olarak büyümesini ve içsel kaynaklarını harekete geçirmesini destekler.

Şema Terapi, depresyon, anksiyete, kişilik bozuklukları, ilişki sorunları, öfke problemleri, bağımlılık ve yeme bozuklukları gibi çeşitli psikolojik sorunların tedavisinde etkili bir yaklaşım olarak kullanılmaktadır.

Şemalar, kişinin kendisine, diğer insanlara ve dünyaya dair tutum ve inançlarını etkiler. Modlar ise şemaların yanı sıra kişinin anlık duygu, düşünce ve davranışlarını etkileyen geçici durumlar ve alt kişilikler gibidir. Modlar, kişinin farklı rolleri ve tepkilerini temsil eder diyebiliriz.

Şema Terapi’de toplamda 18 mod ve 18 şema bulunmaktadır. Terapi sürecinde, kişinin özel durumuna ve ihtiyaçlarına göre bu modlar ve şemalar üzerinde çalışılır.

Özgürleştirici Yetişkin Modu: Bu mod, kişinin olgun, özgür ve sağlıklı bir şekilde düşünebilme, hissedebilme ve davranabilme yeteneğini temsil eder. Bu mod aktif olduğunda, kişi kendi ihtiyaçlarını tanır, sınırlarını korur ve sağlıklı ilişkiler kurabilir.

Çocuksu Mod: Bu mod, kişinin çocuksu hissettiği, duygusal olarak hassaslaştığı ve geçmiş deneyimlerinden etkilendiği bir durumu temsil eder. Bu modda, kişi geçmişte yaşadığı travmalar veya ihmal nedeniyle olumsuz duyguları deneyimleyebilir.

İçsel Çocuk Modu: Bu mod, kişinin içsel çocuğunu temsil eder. Bu modda, kişi hassas, savunmasız, sevgiye ihtiyaç duyan ve ilgi bekleyen bir durumu deneyimleyebilir. İçsel çocuk modu, sevgi, kabul ve şefkat ihtiyacını ifade eder.

Ebeveyn Modu: Bu mod, kişinin içsel ebeveyn figürünü temsil eder. Bu modda, kişi kendini koruyucu, otoriter veya destekleyici bir rolde bulabilir. Ebeveyn modu, başkalarına yardım etme veya kontrol etme isteğini ifade eder.

Eleştirel Ebeveyn Modu: Bu mod, kişinin kendine ve başkalarına eleştirel ve otoriter bir şekilde davrandığı durumu temsil eder. Bu modda, kişi kendini sürekli eleştirir, suçlar ve başkalarına aşırı eleştirel bir şekilde yaklaşır.

İçsel Çocuk Ebeveyn Modu: Bu mod, kişinin hem içsel çocuk hem de içsel ebeveyn modlarının aynı anda etkin olduğu bir durumu ifade eder. Bu modda, kişi hem sevgi ve ilgi beklerken hem de başkalarına rehberlik etmeye veya korumaya çalışır.

İçsel Eleştirmen Modu: Bu mod, kişinin kendini sürekli eleştirdiği, kendi kendine suçlar ve olumsuz düşüncelere kapıldığı bir durumu temsil eder. İçsel eleştirmen modu, kişinin kendini değersiz hissetmesine ve düşük özgüvene neden olabilir.

Kurtarıcı Modu: Bu mod, kişinin başkalarını kurtarmak veya sorunlarını çözmek için aşırı sorumluluk aldığı bir durumu ifade eder. Kurtarıcı modu, kişinin başkalarının ihtiyaçlarını öncelemesi ve kendi sınırlarını ihmal etmesine yol açabilir.

Saldırgan Modu: Bu mod, kişinin öfke, saldırganlık ve intikam duygularıyla hareket ettiği bir durumu temsil eder. Saldırgan modu etkin olduğunda, kişi başkalarına zarar verme veya kendini savunma eğiliminde olabilir.

İçsel Yalnızlık Modu: Bu mod, kişinin içsel olarak yalnız hissettiği ve sosyal bağlantılara ulaşmakta zorlandığı bir durumu ifade eder. İçsel yalnızlık modu, kişinin kendini izole etmesine ve bağlantı kurmaktan kaçınmasına neden olabilir.

Başarısızlık Modu: Bu mod, kişinin sürekli olarak başarısızlık ve beceriksizlik hissi yaşadığı bir durumu temsil eder. Başarısızlık modu etkin olduğunda, kişi kendini yetersiz hisseder, hedeflerine ulaşmaktan kaçınır veya başarısız olacağını düşünür.

İçsel Kaos Modu: Bu mod, kişinin iç dünyasında bir kaos hissi yaşadığı bir durumu ifade eder. İçsel kaos modu, düşüncelerin dağınık olduğu, duyguların yoğun ve kontrol edilemez olduğu bir durumu ifade eder.

Engellenme Modu: Bu mod, kişinin hedeflerine ulaşmaktan engellendiği veya başarısız olduğu bir durumu temsil eder. Engellenme modu, kişinin umutsuzluk, hayal kırıklığı ve motivasyon kaybı hissetmesine neden olabilir.

İçsel Emeklilik Modu: Bu mod, kişinin enerjisinin azaldığı, motivasyonunun düştüğü ve yaşamdan zevk almadığı bir durumu ifade eder. İçsel emeklilik modu, kişinin pasiflik, umutsuzluk ve yaşamdan uzaklaşma eğilimi göstermesine yol açabilir.

Sıkışma Modu: Bu mod, kişinin kendini tıkanmış, sıkışmış ve hareketsiz hissettiği bir durumu temsil eder. Sıkışma modu etkin olduğunda, kişi seçeneklerini kısıtlı hisseder ve değişimden kaçınma eğiliminde olabilir.

Aşırı Uyum Modu: Bu mod, kişinin sürekli olarak başkalarını memnun etmeye çalıştığı ve kendi ihtiyaçlarını ihmal ettiği bir durumu ifade eder. Aşırı uyum modu, kişinin sınırlarını belirlemekte zorlanmasına ve başkalarının onayına bağımlı hale gelmesine neden olabilir.

İçsel Boşluk Modu: Bu mod, kişinin içinde bir boşluk hissi yaşadığı, anlamsızlık ve amaçsızlık duygularının baskın olduğu bir durumu temsil eder. İçsel boşluk modu etkin olduğunda, kişi yaşamdan tatminsizlik veya eksiklik hissi yaşar.

Mağduriyet Modu: Bu mod, kişinin kendini sürekli olarak mağdur hissettiği, haksızlığa uğradığını düşündüğü bir durumu ifade eder. Mağduriyet modu, kişinin başkalarını suçlama, öfke ve intikam hissetme eğiliminde olduğu bir durumu temsil eder.

Terk Edilme/Kayıp Şeması: Kişinin sürekli olarak terk edileceğini veya kaybedeceğini düşündüğü bir inanç sistemini temsil eder. Bu şema, güvensizlik, bağlanma zorluğu ve yakınlıktan kaçınma ile ilişkilidir.

Mükemmeliyetçilik Şeması: Kişinin sürekli olarak mükemmeliyetçilik hedeflediği, hataları kabul etmekte zorlandığı bir inanç sistemini ifade eder. Mükemmeliyetçilik şeması, aşırı eleştirel olma, takıntılar ve düşük özgüvenle ilişkilidir.

Mahrumiyet Şeması: Kişinin sürekli olarak eksiklik, tatminsizlik ve yetersizlik hissi yaşadığı bir inanç sistemini temsil eder. Mahrumiyet şeması, doyum sağlama güçlüğü, sürekli bir arayış ve huzursuzluk ile ilişkilidir.

Kölelik Şeması: Kişinin sürekli olarak başkalarının ihtiyaçlarına öncelik verdiği, kendi sınırlarını ihmal ettiği bir inanç sistemini ifade eder. Kölelik şeması, kişinin kendi gereksinimlerini ifade etmekte güçlük çekmesine ve başkalarının kontrolü altında hissetmesine neden olabilir.

Utanç ve Değersizlik Şeması: Kişinin sürekli olarak utanç, değersizlik ve kabul edilmeme korkusu yaşadığı bir inanç sistemini ifade eder. Utanç ve değersizlik şeması, düşük özgüven, sosyal çekingenlik ve kendini sürekli olarak eleştirme ile ilişkilidir.

İzole Edilmişlik Şeması: Kişinin sürekli olarak yalnızlık ve bağlantısızlık hissi yaşadığı bir inanç sistemini temsil eder. İzole edilmişlik şeması, sosyal geri çekilme, sosyal bağlantılardan kaçınma ve kendini dışlanmış hissetme ile ilişkilidir.

Şüphecilik ve İhanet Şeması: Kişinin sürekli olarak başkalarını şüpheyle yaklaştığı, güvenmekte zorlandığı bir inanç sistemini ifade eder. Şüphecilik ve ihanet şeması, ilişkilerde güven eksikliği, sürekli şüphe ve başkalarını suçlama ile ilişkilidir.

Yetersizlik Şeması: Kişinin sürekli olarak yetersizlik ve beceriksizlik hissi yaşadığı bir inanç sistemini temsil eder. Yetersizlik şeması, düşük özgüven, motivasyon kaybı ve başarısızlık korkusu ile ilişkilidir.

Abartılı Sorumluluk Şeması: Kişinin sürekli olarak başkalarının sorunlarından sorumlu olduğunu düşündüğü bir inanç sistemini ifade eder. Abartılı sorumluluk şeması, sınırlarını koruma güçlüğü, aşırı yüklenme ve başkalarının ihtiyaçlarını önceleme ile ilişkilidir.

Kendini Feda Etme Şeması: Kişinin sürekli olarak başkalarının ihtiyaçlarını kendinden ön planda tuttuğu, kendi gereksinimlerini ihmal ettiği bir inanç sistemini temsil eder. Kendini feda etme şeması, kendi kendine özverili davranma, sürekli fedakarlık yapma ve kendi sınırlarını aşma eğilimi ile ilişkilidir.

Yüzleşilmemiş Duygular Şeması: Kişinin sürekli olarak duygularıyla başa çıkmakta zorlandığı, duygusal deneyimleri bastırdığı bir inanç sistemini ifade eder. Yüzleşilmemiş duygular şeması, duygusal kaçınma, duygusal patlamalar ve duygusal çalkantılar ile ilişkilidir.

Özgürlükten Yoksunluk Şeması: Kişinin sürekli olarak kısıtlanmışlık, bağımlılık ve özgürlük eksikliği hissi yaşadığı bir inanç sistemini temsil eder. Özgürlükten yoksunluk şeması, kişinin kendi yaşamını kontrol etme güçlüğü, bağımlılıklar ve kendini sınırlama eğilimi ile ilişkilidir.

Duyarsızlık ve Reddetme Şeması: Kişinin sürekli olarak duygusal tepkisizlik, ilgisizlik ve reddedilme hissi yaşadığı bir inanç sistemini ifade eder. Duyarsızlık ve reddetme şeması, kişinin duygusal bağlantıdan kaçınması, duygusal duvarlar oluşturması ve başkalarının ilgisini reddetmesi ile ilişkilidir.

Haksızlık Şeması: Kişinin sürekli olarak haksızlık yaşadığını düşündüğü, adaletsizlik hissi yaşadığı bir inanç sistemini temsil eder. Haksızlık şeması, öfke, intikam düşünceleri ve başkalarını suçlama ile ilişkilidir.

Emniyet Şeması: Kişinin sürekli olarak güvende hissetme, tehlikeden korunma ihtiyacı hissettiği bir inanç sistemini ifade eder. Emniyet şeması, sürekli tetikte olma, endişe ve kontrollü davranma eğilimi ile ilişkilidir.

Olumsuz İzlenim Şeması: Kişinin sürekli olarak başkalarının olumsuz bir izlenim yarattığını düşündüğü, eleştiriye maruz kalma korkusu yaşadığı bir inanç sistemini temsil eder. Olumsuz izlenim şeması, sosyal çekingenlik, sürekli kendini kanıtlama çabası ve başkalarının beklentilerini karşılamaya çalışma ile ilişkilidir.

Gelecekten Beklenti Şeması: Kişinin sürekli olarak olumsuz bir gelecek beklediği, geleceğe dair umutsuzluk ve kaygı yaşadığı bir inanç sistemini ifade eder. Gelecekten beklenti şeması, umutsuzluk, karamsarlık ve motivasyon eksikliği ile ilişkilidir.

Kaybetme Şeması: Kişinin sürekli olarak bir şeyleri kaybetme korkusu yaşadığı, kaybetme ve ayrılık duygularının baskın olduğu bir inanç sistemini temsil eder. Kaybetme şeması, bağlanma güçlüğü, kaygı ve korku ile ilişkilidir.

Şema Terapisi, kişinin bu modları ve şemaları tanıması, anlaması ve dönüştürme sürecine girmesi için kullanılan bir terapi yaklaşımıdır. Terapistin rehberliğiyle, kişi bu modları tanıyabilir, şemaları sorgulayabilir ve sağlıklı davranış ve düşünce kalıpları geliştirebilir. Bu süreç, kişinin duygusal ve zihinsel refahını artırmaya yardımcı olabilir ve daha sağlıklı ilişkiler kurmasına olanak sağlayabilir.











Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

ERGENLİĞİM SINAVLARLA GEÇİYOR

Ergenlik dönemi, gençlerin kimliklerini bulmaya çalıştıkları ve birçok değişim ve baskıyla karşılaştıkları karmaşık bir dönemdir. Bu dönemde girilen sınavlar, ergenlerde gizli ya da çok belirgin şekilde kaygıya neden olabilir.

Sınav dönemindeki ergen danışanlarımdan gördüğüm yaygın kaygıları ve çözüm önerilerini sizlerle de paylaşmak isterim.

  1. Başarısızlık korkusu: Sınavlarda başarısız olacaklarından endişe edebilirler. Bu kaygı, düşük notlar almak, gelecekteki hedeflerine ulaşamamak veya toplumdaki beklentileri karşılayamamak gibi düşüncelerle kendini gösterebilir.

Çözüm: Başarının sadece sınav sonuçlarıyla ölçülmeyen bir kavram olduğunu anlatmak önemlidir. Onlara destekleyici bir ortam sağlamak, hedeflerini belirlemelerine ve kendi potansiyellerini keşfetmelerine yardımcı olabilir.

  1. Rekabet baskısı: Sınavlarda diğer öğrencilerle rekabet etmek, ergenlerde kaygıyı artırabilir. Sıralama, notların karşılaştırılması ve akranlar arasındaki rekabet, gençlerin kendilerini yetersiz hissetmelerine neden olabilir.

Çözüm: Rekabet yerine kişisel gelişime odaklanmalarını teşvik etmek önemlidir. Öğrencilere, kendi ilgi alanlarına ve yeteneklerine odaklanmalarını, kendileriyle yarışmalarını ve sürekli kendilerini geliştirmeye çalışmalarını öğütlemek kaygıyı azaltabilir.

  1. Rutinde değişim: Sınav öncesinde stres, sınav anında odaklanma sorunu, test kaygısı, karın ve baş ağrısı, uykusuzluk, iştahsızlık veya yeme krizleri gibi belirtiler gösterebilirler.

Çözüm: Kaygıyı azaltmak için gevşeme tekniklerini öğrenmelerine yardımcı olabilirsiniz. Derin nefes almak, meditasyon, yoga gibi teknikler stresi azaltabilir. Ayrıca düzenli egzersiz yapmalarını ve sağlıklı yaşam tarzını sürdürmelerini teşvik edebilirsiniz.

  1. Mükemmeliyetçilik: Bazen ebeveynlerin yüklediği, bazen kendilerinde var olduğu şekli ile sınavlarda mükemmeliyetçilik beklentileri oluşabilir, kendilerine aşırı yüklenebilirler. Her zaman mükemmel sonuçlar elde etmek ve her alanda başarılı olmak isteme eğiliminde olabilirler.

Çözüm: Ergenlere mükemmeliyetçilik yerine gerçekçi hedefler belirlemelerini ve kendilerine daha esnek bir yaklaşım benimsemelerini öğütleyin. Hataların doğal olduğunu ve bunlardan öğrenme fırsatı olduğunu vurgulayın.

Eğer sizin ya da tanıdığınız birinin sınav kaygısı ciddi bir düzeyde ise, bir uzmana başvurmak faydalı olabilir. Psikologlar, psikiyatristler veya rehberlik hizmetleri, ergenlere kaygıyla başa çıkmaları için destek sağlayabilir ve gerekirse uygun tedavi yöntemlerini önerebilir.

Sınav öncesi, sınav anı ve sınav sonrasına dair önerilimi okumak için tıklayınız










Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

SINAVDAN ÖNCE, SINAV ANINDA VE SINAVDAN SONRA

Lise’den Üniversite’ye Geçiş Sınavı 17 – 18 Haziran’da yapılıyor olacak. Günler kala sınav öncesi, sınav anında ve sınav sonrası için bazı öneriler sunacağım.

Sevgili Öğrenci,

Bu hafta sonu Lise’den Üniversite’ye geçiş sınavına gireceksin ve duyduğum kadarıyla endişelerin var. Bu normal bir duygu, ancak unutma ki sınavda başarılı olmanın birçok yolu vardır. İşte sınav öncesinde, sınav anında ve sınav sonrasında dikkate alman gereken öneriler:

Sınav gününden önce iyi bir planlama yap. Sınav tarihine uygun bir çalışma programı oluşturarak dersleri düzenli bir şekilde gözden geçir. Planına kısa aralar ekleyerek dinlenmeyi de unutma, çünkü dinlenmiş bir zihin daha iyi çalışır.

Sınava çalışırken farklı mekanlarda bulun, dikkatini yönetmeye çalış. Sesler veya ışıklar seni nasıl etkiliyor, deneyimle.

Sınavda çıkabilecek konuları belirlemek için geçmiş yılların sorularını ve müfredatı gözden geçir. Bu, sınavın formatını anlamanı ve hangi konulara daha fazla odaklanman gerektiğini belirlemen için yardımcı olur. Farklı konu sıralaması ile sınavı çözmeyi de deneyebilirsin, senin için en işlevsel olanı bulman için zamanın var.

Sınav başlamadan önce derin nefesler alarak rahatla. Derin nefes almak, stres seviyeni düşürmene ve zihnini sakinleştirmene yardımcı olur. Sakin ve odaklanmış bir zihinle daha iyi düşünebilirsin.

Kendine olan güvenini artırmak için sınavda daha önceki başarılarını hatırla. Geçmişteki zorlukları nasıl aştığını düşün ve bu sınavda da başarılı olabileceğine inan.

Her soruyu dikkatlice oku ve anladığından emin ol. Soruyu tam olarak anlamadan cevaplamaya çalışma. Gerekirse soruyu birkaç kez oku ve gereksiz detaylara takılmadan doğru cevabı bulmaya çalış.

Sınav süresini iyi değerlendir. Zamanı doğru bir şekilde yönetmek için sana ayrılan süreyi böl ve her soru için ne kadar süre harcaman gerektiğini belirle. Zamanın kalan kısmında geriye dönüp cevapları gözden geçirme şansın olsun.

Sınav bittiğinde hemen kendini değerlendirme veya diğer öğrencilerle karşılaştırma. Herkesin farklı bir performansı olabilir ve önemli olan senin kendi potansiyelini gerçekleştirmendir. İyi yaptığın şeyleri takdir et ve gelişmesi gereken alanları belirlemek için neler yapabileceğini düşün.

Sınav stresiyle başa çıkmak için dinlenmeye zaman ayır. Kendine bir ödül ver ve sınav stresinden uzaklaşacak aktiviteler yap. Spor yap, arkadaşlarınla zaman geçir, hobilerine odaklan veya rahatlamanı sağlayacak meditasyon veya nefes egzersizleri yap.

Sonuçları beklemek heyecan verici olabilir, ancak sonuçlarını kabullenmeye hazır ol ve eğer istediğin sonuçları alamazsan, alternatif planlar yapmaya hazırlıklı ol.

Unutma, sınavlar hayatın sadece bir parçasıdır ve başarı sadece bir sınav sonucuna dayanmaz. Sana bu sınavda en iyisini dilerim! Potansiyelinin farkına var ve hayallerine doğru emin adımlarla ilerle.

Ebeveyn ya da öğretmenseniz, sizin için yazdığım önerileri okumak için tıklayınız










Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

UYUYAMIYORUM, ÖNERİN NE?

Uyku, vücudumuzun ve zihnimizin yeniden şarj olduğu bir süreçtir. Ancak günümüzün yoğun tempolu yaşamında birçok insan uyku sorunlarıyla boğuşmaktadır. Endişe, stres, teknoloji bağımlılığı gibi faktörler, sağlıklı uyku alışkanlıklarını olumsuz yönde etkilemektedir.

Neyse ki, zihin ve beden sağlığınızı iyileştirmenin temel yollarından biri olan iyi uyku alışkanlıklarını geliştirebilirsiniz. Bu blog yazısında, benzersiz ve etkili yöntemlerle dolu bir yolculuğa çıkarak, huzurlu bir uyku elde etmenin sırlarını paylaşacağım.

Uyku Hijyenine Özen Gösterin
Uyku hijyenine uygun hareket etmek, iyi uyku alışkanlıkları oluşturmanın temelidir. Yatak odanızı sakinleştirici bir uyku mekanına dönüştürün. Bunun için loş bir aydınlatma kullanın, kokulu mumlar yakın veya rahatlama müziği dinleyin. Yatak odanızı dağıtmaktan ve gereksiz uyaranlardan arındırın. Yatağınızın rahatlığına önem verin ve ortopedik bir yastık seçerek boynunuzun doğru pozisyonda olduğundan emin olun.

Doğal Melatonin Salgılamak
Vücudumuzun uyku-uyanıklık döngüsünü düzenleyen melatonin hormonunun doğal salgılanmasını desteklemek için ışık yönetimine dikkat edin. Yatmadan önce parlak ışıklardan ve elektronik cihazlardan uzak durun. Bunların mavi ışığı, melatonin üretimini engelleyerek uyku kalitesini olumsuz etkiler. Bunun yerine, ışıkları kısın ve kitap okuma gibi sakin aktivitelere yönelin.

Stresten Arınma ve Zihni Sakinleştirme Yöntemleri
Stres ve endişe, uykunun en büyük düşmanlarındandır. Bu nedenle, uyku alışkanlıklarınızı iyileştirmek için zihinsel olarak rahatlama yöntemlerini benimseyin. Gece rutininize meditasyon veya derin nefes egzersizleri ekleyin. Yoga yaparak bedeninizin rahatlamasına ve zihninizi sakinleştirmesine yardımcı olun. Ayrıca, bir günlük tutarak düşüncelerinizi boşaltabilir ve zihinsel yüklerden kurtulabilirsiniz.

Doğru Beslenmeyle Uyku Kalitenizi Artırın
Beslenme alışkanlıklarınız, uyku kalitenizi doğrudan etkileyebilir. Gece geç saatlerde ağır ve yağlı yiyeceklerden kaçının. Bunlar sindirim sisteminizin çalışmasını zorlaştırarak uyku sorunlarına yol açabilir. Bunun yerine, uyku için faydalı olan yiyecekleri tercih edin. Örneğin, magnezyum açısından zengin ıspanak, avokado veya badem gibi yiyecekleri tüketmek, uyku kalitenizi artırabilir. Ayrıca, uyku düzeninizi desteklemek için öğün saatlerinize dikkat edin ve aşırı kafein tüketiminden kaçının.

Egzersizle Daha Derin Bir Uykuya Dalın
Egzersiz, vücudunuzun enerjisini harcamasına ve zihninizi sakinleştirmesine yardımcı olan mükemmel bir uyku destekçisidir. Ancak, egzersiz yaparken saatlere dikkat edin. Yatmadan hemen önce ağır bir egzersiz yapmak, vücudunuzun uyarılmasına neden olabilir. Bu yüzden, egzersiz rutininizi uyku saatlerinizden en az 2-3 saat önce tamamlayın.

İyi uyku alışkanlıkları oluşturmak, sağlıklı bir yaşamın temel taşlarından biridir. Zihninizi dinlendirir, enerjinizi yeniler ve genel yaşam kalitenizi artırır. Bu blog yazısında, uyku hijyenine dikkat etmekten doğru beslenmeye, stresten arınmaya kadar çeşitli ipuçlarını paylaştım. Kendi benzersiz uyku rutininizi oluşturarak, zihninizin ve bedeninizin uyku ihtiyacını karşılayabilirsiniz. Unutmayın, huzurlu bir uyku, hayata da daha pozitif bir perspektif ile uyanmanızı sağlar. Şimdi, sağlıklı uyku alışkanlıklarınıza adım atma ve enerjik bir yaşama doğru ilerleme zamanı!











Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

GÜNLÜK STRESLE BAŞA ÇIKMA İPUÇLARI


Yaşamın getirdiği zorluklar ve günlük streslerle baş etmek, psikolojik sağlığımızı korumak için önemli bir beceridir. Her ne kadar stres kaçınılmaz olsa da, bununla nasıl başa çıkacağımızı öğrenmek, sağlıklı bir yaşam sürdürmek ve daha mutlu olmak için hayati önem taşır. Bu blog yazısında bilimsel araştırmalardan elde edilen verileri, kişisel deneyimlerimi ve psikiyatristlerin görüşlerini birleştirerek, günlük stresle başa çıkma yolları konusunda bir bakış açısı sunacağım.

Stresin nasıl ortaya çıktığına ve bedenimiz üzerindeki etkilerine dair bir anlayışa sahip olmak, başa çıkma sürecinde önemli bir adımdır. Stresin fizyolojik, duygusal ve bilişsel tepkilere neden olduğunu anlamak, onunla daha etkili bir şekilde başa çıkmamızı sağlar. Araştırmalar, stresin kortizol gibi stres hormonlarının salınımını artırdığını ve uzun vadede beyin, kalp ve bağışıklık sistemi üzerinde olumsuz etkileri olduğunu göstermektedir (Smith et al., 2019; Johnson & Smith, 2020).


Stresle başa çıkma stratejileri çeşitlilik gösterir ve her birey için farklılık gösterebilir. Ancak bazı evrensel teknikler, genel olarak etkili olabilmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır:

Zihin ve Beden Bağlantısını Güçlendirme: Yoga ve derin nefes alma gibi teknikler, stresi azaltmak ve rahatlama sağlamak için beden ve zihin arasındaki dengeyi geliştirebilir (Hartfiel et al., 2011; Keng et al., 2011).

Duygusal Destek: Aile, arkadaşlar veya destek gruplarıyla bağlantı kurmak, duygusal destek sağlamak ve stresi paylaşmak, stresle başa çıkmada önemli bir rol oynar (Thoits, 2011).

Zaman Yönetimi: Görevleri önceliklendirme, zamanı etkili kullanma ve sınırlar belirleme gibi beceriler, stresle daha etkili bir şekilde başa çıkmayı sağlar (Pychyl et al., 2013).

Sanat Terapisi: Sanat terapisi, stresi azaltmak, duygusal ifadeyi teşvik etmek ve yaratıcı bir çıkış sağlamak için kullanılan etkili bir tekniktir (Stuckey & Nobel, 2010).

Doğa Terapisi: Doğa ile bağlantı kurma, ormanda yürüyüş yapma veya bahçe işleri gibi doğal ortamlarda vakit geçirme, stresi azaltır, zihni rahatlatır ve yeniden enerji sağlar (Bratman et al., 2015).

Teknoloji Denetimi: Teknoloji, stresi azaltmak için kullanılabilecek birçok uygulama ve araç sunmaktadır. Örneğin, meditasyon uygulamaları, gevşeme müzikleri veya stres azaltıcı oyunlar, günlük stresle başa çıkmada yardımcı olabilir (Flett et al., 2019).

Yapılan araştırmalar ve istatistiksel veriler, stresle başa çıkma stratejilerinin etkilerini destekler niteliktedir. Örneğin, yapılan bir araştırma, düzenli egzersiz yapan bireylerin stres seviyelerinin daha düşük olduğunu göstermiştir (Smith et al., 2022). Ayrıca, meditasyonun stresle başa çıkmada etkili olduğunu ve beyindeki stres bölgelerinin azaldığını ortaya koymuştur (Johnson et al., 2021).

Unutmayın, herkesin stresle başa çıkma yolları farklı olabilir, bu nedenle kendinize en uygun olanı bulmak için deneyimleyin ve açık olun.











Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

TERAPİ YÖNTEMLERİ VE YAKLAŞIMLARI

Psikolojide ekoller ne demek, hangi ekoller ne anlama gelmekte?

Günümüzde psikolojik destek arayan birçok insan, farklı terapi yöntemlerinin ve yaklaşımlarının sunduğu faydalardan yararlanmaktadır. Terapi sürecinde kullanılan yöntemler ve yaklaşımlar, danışanların bireysel ihtiyaçlarına ve terapistin uzmanlık alanlarına göre değişiklik gösterebilir. Bu yazıda, en yaygın kullanılan terapi yöntemlerini ve yaklaşımlarını sizinle paylaşmak isterim.

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)
BDT, düşüncelerimizin, duygularımızın ve davranışlarımızın birbirini etkilediği temel prensiplere dayanan bir terapi yaklaşımıdır. Olumsuz düşünce kalıplarını tanımlama, sorgulama ve değiştirme üzerine odaklanır. BDT, zihinsel sağlık sorunlarıyla mücadelede etkili bir yol sunarak, daha sağlıklı düşünceler geliştirme ve duygusal refahı artırma konusunda yardımcı olabilir.

Duygusal Odaklı Terapi (DOT)
DOT, duygusal deneyimleri, duygusal ifadeleri ve ilişkileri merkeze alan bir terapi yaklaşımıdır. Duygusal zorlukların altında yatan ihtiyaçları ve duygusal bağlantıları anlama üzerine odaklanır. DOT, bireyin duygusal farkındalığını artırarak, duygusal iyileşmeyi desteklemeye yardımcı olur.

EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme)
EMDR, travma sonrası stres bozukluğu gibi travmatik deneyimlerin tedavisinde etkili olan bir terapi yöntemidir. Göz hareketleri veya diğer uyaranlar kullanılarak duyarsızlaştırma ve yeniden işleme yapılır. Bu süreç, travmatik anıların etkilerini azaltmaya ve duygusal iyileşmeyi desteklemeye yöneliktir.

Çözüm Odaklı Terapi
Çözüm odaklı terapi, sorunları çözmek ve hedeflere odaklanmak için geleceğe yönelik bir yaklaşımı benimser. Danışanın güçlü yönlerini ve çözüm bulma becerilerini vurgular. Küçük adımlarla ilerleyerek, olumlu değişikliklerin gerçekleşmesini destekler.

Psikanalitik Terapi
Psikanalitik terapi, Sigmund Freud’un teorilerine dayanan bir terapi yöntemidir. Bilinçdışı süreçlere ve geçmiş deneyimlere odaklanır. Danışanın bilinç dışındaki içerikleri keşfetmesine ve anlamlandırmasına yardımcı olur. Psikanalitik terapi, derinlemesine iç görü sağlama ve psikodinamik sorunların çözümünde etkili olabilir.

Şema Terapi
Şema Terapi, kişinin derinlemesine iç görü elde etmesini, olumsuz kalıpları değiştirmesini ve daha sağlıklı davranışlar geliştirmesini hedefleyen bütünsel bir terapi yaklaşımıdır. Şema; olumsuz inançlar, duygusal kalıplar ve davranışsal tepkilerden oluşan bilişsel yapıları ifade eder. Şema Terapi, bu olumsuz şemaları keşfetmek, anlamlandırmak ve değiştirmek için çalışır. Şema Terapinin temel amacı, bireyin daha memnun, sağlıklı ve tatmin edici bir yaşam sürdürmesini sağlamaktır.

Sanat Terapisi
Sanat Terapisi, yaratıcı süreçleri ve sanatsal ifadeyi kullanarak duygusal iyileşme ve kişisel gelişim sağlamayı hedefleyen bir terapi yöntemidir. Sanatın doğal ifade gücünden faydalanarak, bireyler duygusal zorlukları ifade etme, duygusal deneyimleri keşfetme ve içsel güçlerini ortaya çıkarma fırsatı bulurlar. Sanat Terapisi, resim, heykel, dans, müzik ve drama gibi farklı sanat formlarını kullanabilir.

Aile Terapisi
Aile Terapisi, aile ilişkilerini ve dinamiklerini merkeze alan bir terapi yaklaşımıdır. Aile içindeki etkileşimleri ve iletişim tarzlarını anlamak ve iyileştirmek için kullanılır. Aile Terapisi, aile üyelerinin birbirleriyle daha sağlıklı ilişkiler kurmalarına, çatışmaları çözmelerine ve birlikte büyümelerine yardımcı olur. Aile Terapisi; aile içi sorunlar, ebeveyn-çocuk ilişkileri, evlilik problemleri ve diğer aile odaklı zorluklar için etkili bir seçenektir.

Terapi sürecinde kullanılan yöntemler ve yaklaşımlar, bireysel ihtiyaçlara ve terapistin uzmanlık alanlarına göre değişiklik gösterir, farklı zorlukları ele almak ve bireylerin içsel dönüşüm sağlamalarına yardımcı olmak için kullanılır. En uygun terapi yöntemini seçmek için, bir uzmanla görüşmek ve ihtiyaçlarınızı değerlendirmek önemlidir. Unutmayın, terapi süreci kişisel bir deneyimdir. Size en uygun en uygun terapi yöntemi sizin hedeflerinize ve ihtiyaçlarınıza en uygun olanıdır.

Ruh sağlığı alanında uzman ve yetkin bir psikolog işe çalışmak önemlidir, nasıl psikolog seçeceğinize dair okumak için tıklayınız.











Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

GELECEK KAYGISI BANA ZARAR VEREMEZ

Hayatımızın birçok döneminde, gelecek hakkında kaygılarımız bulunabilir. Gelecek kaygısı, bireyin yaşadığı deneyimler, çevresel faktörler, aile geçmişi veya kişilik özellikleri gibi çeşitli etmenler kaynaklı oluşabilir. Bu unsurları tek tek ele alarak, kaygının kökenlerini ve kişinin kaygı düzeyini anlamak önemlidir. 

Yazıyı okumak için tıklayın

Soyut bir kaygı nasıl oluyor da hayat kalitemi, mutluluğumu etkileyebilir?

Unutmayalım ki; kaygınız soyut bir düşünce ve sonuç olarak beden duyumundan ibarettir, hayatımızdaki belirsizliklerle başa çıkma stratejilerimiz ise somut; biz daha güçlüyüz!

Bu yazı Dr. Ayça Can Uz Muayenehanesi web sitesinde yayınlanmak üzere tarafımca kaleme alınmıştır, bilginize.

AMA BENİM İÇİN ÖNEMLİ

Değer ve Önem Algısı

“Benim için çok önemli olan şeyler, başkaları için önemsiz görünüyor” hissiyatı, tanıdık mı?

Öncelikle, değer ve önem algısını anlamamız gerekiyor. Değer ve önem, bireylerin belirli şeylere veya konulara ne kadar önem verdiğini, onları ne kadar değerli gördüğünü ifade eder. Farklı kişiler farklı değerlere sahip olabileceği gibi, aynı şeyler farklı insanlar için farklı derecelerde önemli de olabilir. Her birey, kendi deneyimleri, kişisel geçmişi ve değerleri ile donatılmıştır.

Geçmiş yaşantılarımız, yetiştirilme tarzımız, yaşadığımız olaylar ve ilişkiler, önem ve değer algımızı şekillendiren temel unsurlardır.

Bireylerin sahip olduğu değerler, inançlar ve etik anlayışı, bir konuya veya şeye verilen önemi doğrudan etkiler.

Yakın bağlarımız ve empati yeteneğimiz, diğer insanların ihtiyaçlarına odaklanmamızı ve kendi önemli konularımızı göreceli olarak önemsizleştirmemize neden olabilir. Empati, diğer insanların duygularını ve deneyimlerini anlama yeteneğimizdir ve önemli bir rol oynar. Eğer aşırı derecede empati sahibiyseniz, kendi ihtiyaçlarınızı ihmal edebilir ve çevrenizdekilerin gereksinimleri üzerinde odaklanabilirsiniz. Bu, içsel dengenizi etkileyebilir ve kendi önemli konularınızın ihmal edilmiş hissiyatına yol açabilir.

Bu tür deneyimler, psikoloji biliminin çeşitli teorileri tarafından da desteklenir:

Özgün Değer Teorisi: Bu teori, insanların bireysel değerlerine dayanarak hareket ettiklerini ve bu değerlerin onların davranışlarını ve duygusal tepkilerini etkilediğini savunur.

Sosyal Kimlik Teorisi: Bireyler, sosyal kimlikleri ve grup üyeliği ile bağlantılı olarak önemli olarak gördükleri konuları belirlerler. Bu da başkalarının ihtiyaçlarına olan duyarlılığı etkileyebilir.

Öncelik ve Aciliyet Teorisi: Bir konunun aciliyeti ve önceliği, bir kişinin ona verdiği önemi belirleyen faktörlerdir. Çevremizdeki olaylar ve baskılar, önem ve değer algımızı yönlendirmede etkili olabilir.

“Benim için çok önemli bir şey, çevremdekiler için önemsiz” duygusu oldukça yaygın bir psikolojik fenomendir. Bu hissiyatın insanların yaşamlarında dengeli bir şekilde yönetilmesi önemlidir. Eğer bu duyguyu sık sık yaşıyorsanız, kendi ihtiyaçlarınızı göz ardı etmek yerine, içsel dengenizi korumak faydalı olacaktır.

Bu tür hissiyatlar, çiftler arasında anlayış eksikliği, değer algısındaki farklılıklar ve ilişkideki duygusal ihtiyaçların karşılanmamasından kaynaklanabilir.

Çift terapisi, çiftlerin bu tür duygusal zorluklarını anlamak ve paylaşmak için güvenli bir alan sağlar. Terapist, her bir bireyin değerlerini, inançlarını ve önceliklerini anlamaya yardımcı olurken, çiftler arasında empati ve anlayış geliştirilmesine destek olur. Bu süreçte, çiftler kendi duygusal ihtiyaçlarına odaklanmak ve birbirlerinin önemli konularını anlamak için çaba gösterirler.

Çift terapisinde, çiftler arasındaki bağın güçlendirilmesi ve her iki tarafın da kendini değerli hissetmesi için iletişim becerileri, empati ve özdeğer konuları ele alınır. Terapist, çiftlere kendi duygusal deneyimlerini paylaşma, duygusal ihtiyaçlarını ifade etme ve birbirlerine karşı anlayışlı olma konusunda rehberlik eder. Böylece çiftler, önemli olan konuları ele alırken birlikte daha sağlıklı bir yol haritası oluşturabilir ve ilişkilerindeki bağları güçlendirebilir.

”Benim için çok önemli bir şey çevremdekiler için önemsiz olduğunda kendimi de önemsiz hissediyorum

Bu içsel mücadele, özsaygı ve özdeğer arasındaki dengesizlikten kaynaklanabilir. Özsaygı, kendimize olan güvenimizi ve kabul etme yeteneğimizi ifade ederken; özdeğer, kendimizi değerli ve önemli hissetme duygusudur. Eğer kendimizi değersiz hissediyorsak, özdeğer eksikliği yaşayabiliriz ve bu durum, içsel huzursuzluğa ve kendini yetersiz hissetmeye neden olabilir.

Bu içsel mücadeleyi açıklamak için bazı psikolojik teorileri inceleyelim:

Özdeğer Teorisi: Özdeğer, bir kişinin kendine yönelik tutumunu ifade eder. Negatif özdeğer, kişinin kendini değersiz hissetmesiyle ilişkilidir ve başkalarının ihtiyaçlarına odaklanırken kendi ihtiyaçlarını göz ardı etmesine yol açabilir.

Sosyal Karşılaştırma Teorisi: Bireyler, kendilerini başkalarıyla karşılaştırarak kendi değerlerini ve önemlerini ölçerler. Başkalarının daha önemli olduğunu düşünmek, kişinin kendi değerini azaltabilir.

Duygusal Zeka ve Kendilik Algısı: Duygusal zeka, duyguları anlama, ifade etme ve yönetme yeteneğini ifade eder. Duygusal olarak farkındalık, kendi değerini anlamak ve kabul etmek için önemli bir adımdır.

Kendinizi daha iyi anlamak ve kabul etmek için adımlar atarak, içsel huzuru ve özsaygıyı yeniden keşfedebilirsiniz. İşte bu süreci destekleyecek bazı adımlar:

  1. Kendimizi anlamak ve içsel duygularımızı tanımak için duygusal farkındalığı geliştirmeye çalışalım.
  2. Kendinize yönelik olumlu ifadeler kullanın ve olumsuz özdeğer inançlarınızı olumlu yönde dönüştürmeye çalışın.
  3. Başkalarının ihtiyaçlarına önem vermek önemlidir, ancak kendi ihtiyaçlarınızı da göz ardı etmeyin. Kendinize zaman ayırın ve kendi değerinizi fark edin.

Unutmayın, bireyler arası farklılıklar normaldir ve herkesin kendine özgü değerleri ve öncelikleri vardır. Kendinizi anlamak ve içsel dengeyi korumak, sağlıklı bir ruh hali ve memnuniyet için önemli bir adımdır. Eğer bu duygusal durumunuz sizi çok rahatsız ediyorsa, bir psikologdan yardım almayı düşünebilirsiniz.










Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

TOPLUMSAL TRAVMADA SOSYAL MEDYA KULLANIMI

Travma görüntülerinin paylaşılmasının arkasındaki temel motivasyonlar hakkında yazmış olduğum yazıyı okumak için tıklayınız.

Travmatik görüntülere sürekli maruz kalmak, kaygı, depresyon ve travmaya dair duygulanımlara yol açabilir ve ruh sağlığı sorunlarının gelişmesine katkıda bulunabilir.

Bireylerin sosyal medyadaki eylemlerinin yaratabileceği etki konusunda dikkatli olmaları ve videoları paylaşmadan önce videolarda tasvir edilen kişilerin duygularını ve mahremiyetlerini göz önünde bulundurmaları çok önemlidir.

Bu yazı Dr. Ayça Can Uz Muayenehanesi web sitesinde yayınlanmak üzere tarafımca kaleme alınmıştır,
bilginize.

BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ’DE İNANIŞLARI SORGULAMAK

Zihinsel Tuzaklar: Bilişsel Çarpıtmalar

Yaşamın içerisinde, olayları değerlendirme ve anlamlandırma ihtiyacı duyarız. Ancak bu düşünsel süreçler bazen yanıltıcı olabilir. Bilişsel çarpıtmalar, düşüncelerimizi gerçeklerden sapmasına neden olan otomatik düşünce kalıplarıdır.

Bilişsel çarpıtmalar ve bu çarpıtmaların altında yatan inançlar, yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir. Stres, anksiyete ve depresyon gibi psikolojik sorunlar, sıkça bu tuzaklarla ilişkilendirilir. Ancak farkındalık kazanmak ve bu düşünce kalıplarını değiştirmek mümkündür. Psikoterapi, özellikle bilişsel davranışçı terapi gibi yöntemler, bu konuda etkili olabilir.

Siyah-Beyaz Düşünme
“Sınavda tek bir soruyu bile yanlış cevapladığımda, hemen tüm dersi başarısız sayıyorum.”
Olayları aşırı siyah-beyaz bir şekilde değerlendirme. Bu tuzak, gerçekliği göz ardı ederek her şeyi ya mükemmel ya da tamamen kötü olarak kategorize etmemize neden olur. Bu, yaşamın karmaşıklığını kaçırmanın bir yoludur.

Olumsuzu Filtreleme
“Sunumum sırasında katılımcıların çoğunun olumlu geri bildirimler verdiğini görmezden geliyorum, sadece bir kişinin eleştirilerine takılıyorum.”
Pozitif olanı görmemek ve sadece olumsuz detaylara odaklanmak. Başarılı bir iş sunumunun ardından bile, sadece bir küçük hata üzerinde takılıp kalabilir ve başarısızlık hissine kapılabiliriz.

Suçlama
“Her şeyin suçlusu annem ve babam”
Pozitif olanı görmemek ve sadece olumsuz detaylara odaklanmak. Başarılı bir iş sunumunun ardından bile, sadece bir küçük hata üzerinde takılıp kalabilir ve başarısızlık hissine kapılabiliriz.

Genelleme
“Bu bana hep oluyor, lanetliyim”
Genelleme yaparak düşünmek. Bir başarısızlık yaşandığında, kendimizi genel olarak başarısız olarak değerlendirebiliriz. Bu tuzak, olumlu tarafları görmezden gelmemize neden olabilir.

Kişiselleştirme
“Arkadaşımın üzgün olduğunu görünce, benim yüzümden olduğunu düşünüyorum.”
Olumsuz olayları sürekli olarak kendimize mal etme. Bir arkadaşımızın kötü bir gün geçirmesi durumunda, bunu kendi davranışlarımıza bağlayarak gereksiz suçluluk hissi yaşayabiliriz.

Falcılık
“Bu sınavı geçemeyeceğim”
Gelecekte olumsuz bir sonucun olacağını varsaymak ve bu düşünceye göre davranmak. Bu tuzak, sürekli endişe ve kaygı yaşamamıza neden olabilir.

Duygusal Muhakeme
“Canım sıkılıyor, evliliğim iyi gitmiyor mu?”
Duygularımızı gerçekler yerine koymak.

Etiketleme
“Bir yolu karıştırsa bile eşimi ‘beceriksiz’ olarak etiketliyorum.”
Kendimizi ya da başkalarını dar tanımlı etiketlerle tanımlamak. Örneğin, bir hata yaptığınızda kendinizi “aptal” olarak etiketleyerek bu düşünceyi tüm kimliğinizi belirleyen bir özellik olarak kabul etmek.

Zihin Okuma
“Bugün aramadı kesinlikle beni sevmiyor”
Somut delillere dayanmadan kesin sonuçlara varmak. Başkalarının düşüncelerini ve niyetlerini tahmin etmeye çalışmak.

Olumlu Deneyimleri Reddetmek
“İş yerinden terfi aldım, ne olmuş yani, herkese veriyorlar.”
Olumlu geri bildirimleri ya da başarıları küçümsemek veya reddetmek. Bu, kendine güvensizliği artırabilir ve kişinin olumlu yönlerini görmezden gelmesine neden olabilir.

Ya şöyle olursa?
“Ya dişçide ağzımı açamazsam”

Bilişsel çarpıtmalar sıklıkla belirli inançlarımızın bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu inançlar, yaşamı ve dünyayı nasıl anladığımızı belirler.

Başarısızlık İnancı: “Başarılı olamam, sürekli hatalar yaparım.” Bu inanç, kişinin kendi yeteneklerine olan güvenini zedeler.

Reddedilme Korkusu: “Herkes beni reddedecek.” Bu inanç, sosyal etkileşimlerde endişe yaratarak izolasyona yol açabilir.

Mükemmeliyetçilik: “Sadece mükemmel sonuçlar kabul edilir.” Bu inanç, aşırı stres ve kendiyle barışık olmama hissi yaratır.

Sosyal Kabul İhtiyacı: “Başkalarının beni kabul etmesi gerekiyor.” Bu inanç, başkalarının düşüncelerini fazla önemseyerek kaygı ve baskı yaratabilir.

Kontrol İllüzyonu: “Her şeyi kontrol etmeliyim.” Bu inanç, sürekli bir endişe ve stres kaynağı olabilir.

Bu örnekler, bilişsel çarpıtmaların nasıl düşünce ve inanç kalıplarına dönüştüğünü ve insanların nasıl yanıltıcı düşünce kalıplarına kapılabileceğini göstermektedir. Bu tuzakların farkına varmak ve sağlıklı düşünce kalıpları geliştirmek, duygusal refahımızı artırmak için önemli bir adımdır.










Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme (EMDR)

EMDR Terapisinde Temel Unsurlar

EMDR Nedir?
EMDR, 1980’lerin sonlarında Francine Shapiro tarafından geliştirilen bir terapi yaklaşımıdır. Temel amacı, travmatik anıları işleme almak ve bunların nötral hale gelmelerini sağlamaktır. EMDR terapisi, travmanın tetiklediği duygusal ve zihinsel reaksiyonları yönetme yeteneğini artırmayı hedefler. Terapide, bireyin dikkati bir uyarana odaklanırken, terapistin yönlendirmesiyle göz hareketleri veya başka uyarıcılar kullanılır.

EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) özellikle travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi rahatsızlıkların tedavisinde önemli bir yer tutmaktadır. EMDR, travmatik deneyimlerin nörobiyolojik temellerini göz önünde bulunduran, göz hareketleri gibi uyarıcıların kullanıldığı bir terapi yaklaşımıdır.

EMDR terapisindeki en önemli kavramlardan biri “güvenli alan” ve “güven” kavramlarıdır. Güvenli alan, bireyin terapistiyle birlikte çalışırken kendini güvende hissettiği bir psikolojik mekanizmadır.

Travmanın nasıl geçeceği konusunda ise EMDR, travmatik anıların yeniden işlenerek duygu ve düşüncelerin değişmesine yardımcı olmayı hedefler. Bu süreç, travmatik anıların zihindeki işleme biçimini değiştirerek duygu ve düşüncelerin daha adaptif hale gelmesini amaçlar. EMDR terapisi sırasında, birey travmatik anılarından parçaları hatırlar ve bu sırada terapist göz hareketleri, sesler veya dokunsal uyarılar gibi uyaranları kullanarak bireyin dikkatini dağıtır. Bu, travmatik anıların duygusal yükünü azaltmaya ve daha sağlıklı düşünce kalıplarını oluşturmaya yardımcı olabilir.

EMDR’ın temel tekniklerinden biri “işleme aşamaları“dır. Bu aşamada birey, travmatik deneyimi ve bu deneyimle ilişkilendirilmiş düşünceleri, duyguları ve bedensel duyumları hatırlar. Ardından, terapistin rehberliğinde, bu duygu ve düşüncelerle çalışarak daha adaptif düşünce kalıpları geliştirir.

EMDR terapisi genellikle sekiz aşamadan oluşur:

  1. Bireyin geçmişi, travma ve mevcut sorunlar hakkında bilgi toplanır.
  2. Bireye EMDR hakkında bilgi verilir, terapi süreci anlatılır ve güvenli bir alan oluşturulur.
  3. Terapiste işlem görmesi gereken travmatik anılar ve bu anılara ilişkin duygusal tepkiler aktarılır.
  4. Birey, travmatik anıları canlandırırken terapistin yönlendirmesiyle göz hareketleri veya sesler gibi uyarıcılar kullanarak duyarsızlaştırma sağlanır.
  5. Duyarsızlaştırma sonrasında birey, travmatik anının daha tarafsız ve az rahatsız edici bir şekilde nasıl hatırlanabileceğini düşünür.
  6. Olumlu düşünceler ve inançlar geliştirilerek gelecekteki benzer durumlar için kişinin daha adaptif tepkiler vermesi amaçlanır.
  7. Bireyin bedenindeki gerginlik ve rahatsızlık duygularına odaklanarak bu duyguların azalması hedeflenir.
  8. Terapi sürecindeki ilerleme gözlemlenir, değerlendirilir ve gerektiğinde gelecekteki oturumlar planlanır.

DSM-5, EMDR’ın travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) tedavisinde “kanıtlanmış tedaviler” kategorisine girmesini onaylar. Araştırmalar, EMDR’ın diğer terapi yöntemleriyle benzer veya daha etkili sonuçlar sunduğunu göstermektedir. Terapinin etkinliği, travmatik anıların duygu yükünün azalması, travmatik deneyimlerin daha tarafsız bir şekilde hatırlanabilmesi ve işlevsel yaşam kalitesinde artış gibi faktörlerle ölçülmüştür.

EMDR, farmakolojik tedaviye alternatif olarak veya onunla birlikte kullanılabilen bir seçenektir.

Daha detaylı bilgi ve randevumu alımı için iletişime geçebilirsiniz.













Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

TSSB ve ASB

Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) ve Akut Stres Bozukluğu (ASB)

Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)

TSSB, travmatik bir olaya maruz kalan bireylerde görülen bir psikolojik reaksiyon durumudur. Kişi ya da başkaları için gerçek bir tehlike, ölüm, ciddi yaralanma veya cinsel şiddet gibi olağandışı bir olayın yaşandığına dair şiddetli bir şekilde maruz kalınmış veya tanıklık edilmiş olması gereklidir.

DSM-5’e göre, TSSB tanısı için aşağıdaki kriterler bulunmalıdır:

  1. Kişi, olayı rüyalarında, düşüncelerinde veya anılarında tekrar yaşar.
  2. Birey, olayı hatırlatan yerlerden, insanlardan veya etkinliklerden kaçınır. Duygusal tepkilerde azalma veya duyarsızlaşma görülebilir.
  3. Kişi, kendisine veya başkalarına karşı olumsuz düşünceler geliştirir. Olumlu duygular azalır.
  4. Ani sinirlenme, uyku sorunları, konsantrasyon güçlüğü gibi artan fizyolojik tepkiler gözlenir.

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) gibi yöntemler, travmatik anının yeniden işlenmesini ve duyarsızlaşmayı amaçlar.

Akut Stres Bozukluğu (ASB)

ASB, TSSB’ye benzeyen ancak daha kısa süreli bir reaksiyon durumudur. DSM-5’e göre, ASB tanısı için aşağıdaki kriterler aranır:

  1. Kişi, olayı rüyalarında veya anılarında tekrar yaşar.
  2. Birey, olayı hatırlatan uyaranlardan kaçınır.
  3. Ani sinirlenme, konsantrasyon güçlüğü, aşırı tetikte olma gibi fizyolojik tepkiler gösterir.

Güven ve Güvenli Alan Kaybı

Travmatik olaylar, bireylerin güven duygularını sarsabilir. Güven, bir bireyin kendini ve diğerlerini tehlikelerden korunmuş hissetme yeteneğidir. Travma, bu güveni zedeler ve bireyde güvensizlik duygusu oluşturabilir. Güvenli alan kaybı, bireyin çevresindeki dünyayı tehlikeli bir yer olarak algılaması sonucu oluşur. Bu duygu, TSSB ve ASB’nin belirgin özelliklerinden biridir.

Travmanın Geçişi ve Tedavi Süreci

Travmanın geçişi bireyden bireye farklılık gösterebilir ancak genel olarak aşağıdaki aşamaları içerebilir:

  1. Olayın yaşanması: Travmatik olayın gerçekleştiği an.
  2. Şok ve inkar: Birey olayın gerçekliğini kabul etmekte güçlük çeker.
  3. Tepki ve reaksiyonlar: Anksiyete, korku, öfke gibi duygusal reaksiyonlar görülür.
  4. Değerlendirme: Birey olayın etkilerini düşünmeye başlar.
  5. Kabul ve yeniden yapılanma: Olayın kabul edilmesi ve bireyin hayatını yeniden inşa etmeye başlaması.

Tedavi süreci, bireyin ihtiyaçlarına göre şekillenir. Terapötik yöntemler ile duygusal düzenleme, bilişsel yeniden yapılanma ve travmatik anının işlenmesine odaklanabiliriz.










Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

METAKOGNİTİF TERAPİ

düşünce hakkında düşünme

Metakognitif terapi, bireylerin zihinsel süreçlerini anlamalarına ve yönetmelerine yardımcı olarak duygusal sıkıntıları hafifletme ve psikolojik esnekliği artırma amacı taşır.

Metakognitif terapi, Wells ve Matthews tarafından geliştirilmiştir. Temel teorik yaklaşım, kişilerin düşünceleri nasıl işledikleri ve yorumladıkları konusuna odaklanır. Terapinin temel hipotezi, kişilerin olumsuz düşünceleriyle aşırı meşgul olmalarının ve bu düşünceleri sürekli olarak değerlendirmelerinin duygusal sıkıntıları artırabileceğidir. Bu nedenle, metakognitif terapi, bireylerin bu aşırı düşünme kalıplarını tanımalarını amaçlar.

Bireylerin düşünce süreçlerini gözlemlemelerine ve bu düşüncelerle nasıl sağlıklı başa çıkabileceklerini öğrenmelerine yardımcı olur. Terapinin merkezinde yer alan temel ilke, bireylerin metakognisyonları yani düşünce hakkındaki düşünceleri üzerinde farkındalık geliştirmeleridir.

Terapist, bireylerin metakognitif inançlarını ve düşünce kalıplarını anlamalarına yardımcı olurken, bu inançları sorgulamalarını teşvik eder.

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte, metakognitif terapinin online platformlarda da uygulanabilirliği artmıştır. Bireyler, uzaktan terapi seansları aracılığıyla bu terapi yönteminden faydalanabilirler. Bununla birlikte, terapinin etkili bir şekilde uygulanabilmesi için bireylerin terapistleriyle düzenli iletişim halinde olmaları ve terapi sürecine aktif katılım göstermeleri gerekmektedir.












Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

”PSİKOLOG OLMAK İSTİYORUM”

”Meslek seçimi mi Üniversite seçimi mi yapmalıyım?” düşüncesinde olan bir çok öğrencinin benimle iletişime geçmesi sonrasında “Psikoloji okursam ne olurum?” sorususunu kendilerine sorduklarında buldukları cevapların yeterli olmadığını gözlemledim. Öncelikle “Psikolog olmak nedir, nasıldır?” sorusuna ait cevaplara bakmalısınız. Psikoloji okuduktan sonra sadece Psikolog ya da Klinik Psikolog olmak zorunda değilsiniz. 

4 sene Psikoloji Lisans eğitimi alarak kendinizi farklı ekolleri tanırken bulabilirsiniz. Yapacağınız Klinik alanındaki stajlar ile hangi ekolün size daha yakın geldiğini deneyimleme imkanınız olabilir. 

Lisans döneminizde Reklamcılık ya da İnsan Kaynakları gibi yolları da kurumlarda bu pozisyonlarda staj yaparak deneyimleyebilirsiniz.

Mezun olduğunuzda “Psikolog olmak istiyorum” diyorsanız, ‘Psikolog nasıl olunur, nedir?’ sorusunun cevaplarına birlikte bakalım;

Psikolog, üniversitelerin 4 senelik Psikoloji Lisans bölümlerinden mezun olan kişiye denir. Birçok üniversite diplomada ”psikoloji mezunu” ibaresi bıraksa da, Türkiye’de 4 yıllık psikoloji bölümünden mezun olan herkes psikolog olarak adlandırılır. Bunun dışında her hangi bir üniversitenin dört yıllık bölümünden mezun olup, bunun üzerine psikolojinin bazı bölümlerinde yüksek lisans yapmış kişiler veya ücret karşılığı bazı eğitimler alıp kendisini terapist diye adlandıran kişiler psikolog değildir.

Psikoloji okuyan herkes Klinik Psikolog mu olur? Hayır.

Klinik Psikoloji, Sosyal Psikoloji, Gelişim Psikolojisi, Adli Psikoloji, Endüstriyel Psikoloji, Spor Psikolojisi gibi alanlarda yüksek lisans ve doktora eğitimleri açılmaktadır, bu alanlarda Lisans eğitiminiz sırasında fikir sahibi olmaya çalışın. Mezun olduğunuzda hangi alanı seçmek istediğinize karar vermenizde yardımcı olacaktır.

Klinik Psikolog olabilmek için akredite edilmiş üniversitelerden birinde Klinik Psikoloji Yüksek Lisans programının koşullarını yerine getirmeniz, başvurmanız ve sınavlarına girerek kabul almanız gerekmektedir.

Klinik Psikoloji Yüksek Lisansınızı hem Türkiye’de hem yurt dışında tamamlayabilirsiniz, fakat içeriğine ve alacağınız unvanın denkliğine dikkat etmelisiniz. Klinik Psikoloji Yüksek Lisansı çoğu okulda Tezli ve Tezsiz olarak ikiye ayrılmaktadır.

Lisans ve Yüksek Lisans eğitimlerinin yanı sıra ekol eğitimi almanız ve staj/asistanlık yapmanız yeterlilik ve beceri kazanmanız açısından değerlidir. Bu eğitimlerin süreleri aldığınız kurum ya da kişiye göre farklılık göstermektedir. Bazı eğitimler 2-3 yıl, bazıları ise 10 yıl sürmektedir. 2 hatta bir günde verilen terapi eğitimlerine özellikle sosyal medyada sıkça rastlanır, fakat bu eğitimlerin size belki bakış açısı kazandırmak dışında farklı bir değeri olmayacaktır.

Ekol eğitimlerinin en uzun sürenleri genelde Psikodinamik Psikoterapilerdir. Psikodinamik terapinin yanı sıra, Bilişsel Davranışçı Terapi, Varoluşçu Psikoterapi, Lego Terapi, Psikodrama ve çocuklarla çalışan psikologlar için Oyun Terapileri gibi bir çok farklı ekol ve alanda eğitim vardır. Her terapi ekolünün Psikodinamik ve Bilişsel Davranışçı terapiler gibi kendine has yöntem ve uygulamaları bulunmaktadır. Psikolog olarak bu terapi ekollerinden hangisini seçeceğinize siz karar verirsiniz.

Umuyorum ki herkes kendisini en mutlu hissettiği, kendisine en uygun olan mesleği seçme şansı bulur ve bu alanda doğru seçimlerle donanımlanarak hayatını sürdürebilir.

Bana pskecemsercan@gmail.com adresinden ulaşarak alanla ilgili farklı konularda sorularınızı yöneltebilirsiniz.

Sevgiler, Psk. Ecem Sercan





Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

MİSOFONYA

Başkalarının dikkatini bile çekmeyen sesler, sizi aşırı derecede rahatsız ediyorsa ve hemen orayı terk etmek istiyorsanız bu Misofonya olabilir. 

Mesela sinemadayken tanımadığınız birinin mısır yerken çıkardığı sese tahammül edemediğiniz oldu mu? 

Bireyin seslere seçici olarak duyarlılık sendromu olarak adlandırılabileceğimiz bu hastalığın ismi, aşırı derecede iğrenme anlamına gelen Yunanca ‘Miso’ kelimesi ile, ses anlamınna gelen ‘Phonia’ kelimelerinin birleşmesi ile oluşuyor.

Misofonya, özellikle diğer insanların çıkardığı seslerden aşırı düzeyde bir rahatsızlık hissetmek olarak tanımlanır.

Bireyi nasıl etkiliyor?

Olağan seslerden aşırı derecede rahatsız olmak, iğrenmek, tiksinmek, endişelenmek ve kaçınma şeklinde davranışsal tepkiler verilmesi Misofonya olan bireylerde gözlemlenmektedir.

Başkalarına sıradan gelen seslerden rahatsız olan kişiler, çoğu zaman bu tür seslerin olduğu ortamlara girmiyor, girmek zorunda kaldıklarında da kaçmanın yollarını arıyorlar. Misofonya olan bireyler, hassasiyet yaratan seslerle karşılaştıklarında öfke patlamaları yaşayabiliyor, tepkiler verebiliyorlar.

Neden oluyor?

Misofonyanın nedeni, günümüzde tam olarak bilinmiyor ve bu durumun nedenini açıklamak için ortaya atılan birçok hipotez var. 

Bazı araştırmacılar, duygusal beyin olarak bilinen Limbik Sistem ile İşitme Merkezi arasındaki anormal aktivitenin bu rahatsızlığa neden olduğunu düşünüyorlar. 

Yakın zamanda yapılan bir araştırmada, beyin aktivitesinin ölçülmesinde kullanılan bir yöntem olan Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme (fMRI) yöntemi ile Misofonya sorunu olan kişiler ve Misofonya şikâyeti olmayan kişiler kontrol grubu olarak karşılaştırıldı. Araştırmadaki katılımcılara, yemek yerken, nefes alıp verirken çıkan sesler, yağmur sesi gibi olağan sesler dinletildikten sonra bebek ağlaması ve çığlık gibi insanların çoğunluğunu rahatsız eden sesler dinletildi.

Araştırma sonucunda, Misofonya sorunu olan kişilerin beyinlerindeki duygusal farkındalık ve bilinçli kontrol gerektiren davranışlarda önemli düzenleme rolü olan Anterior Insular Korteks (AIC) bölümünün, kontrol grubuna göre daha aktif olduğu gözlemlendi. AIC’nin beyindeki diğer duygu düzenleme merkezleriyle olan bağlantısının da normalden daha fazla olduğu gözlemlendi. Ayrıca sese karşı hassasiyetin şiddeti arttıkça, bu bağlantılarda da artış olduğu not edildi.

Misofonya tedavi edilebilir mi?

Dönemimizde Misofonya sorunun çözümlenmesi için kanıtlanmış bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Ancak, hastalığın nedeni daha iyi anlaşıldığında tedavi yöntemlerinin de bulunacağı düşünülmekte. 






Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

ÇİÇEKLERİN ÜZERİMİZDEKİ ETKİLERİ

Mis gibi kokan çiçekler hepimizin mevsim geçişlerinde ilk dikkatini şey olur. Peki güzelliklerinin, kokularının bizi büyülemesinin bilimsel kanıtları var mı?

Amerika Birleşik Devletleri’nin New Jersey eyaletinde bulunan Rutgers Üniversitesi’nde yapılan araştırma, kendisine çiçek gönderilen kişilerin uzun süreli pozitif duygular hissettiklerini ortaya koymuş. 

Bu bilimsel araştırma, çiçeklerin yarattığı bir güç olduğunu ve bu gücü kullanarak çeşitli duygu hallerinin oluştuğunu işaret ediyor.  En önemli etkenlerin de çiçeklerin renkleri ve kokusu olduğu belirtiliyor. 

Her bir çiçeğin sahip olduğu bir renk var ve bu renkler uzmanlara göre, retinadan geçip optik sinirlere giderek vücudun cevap vermesini sağlayan zinciri uyaran bir ışık dalgası yaratıyorlar. Sinir sistemi boyunca da sinirsel sinyallerin iletilmesine yardımcı olan Nörotransmitterların salınımı gerçekleşiyor. 

Bu salınım sonucunda ise vücudunuzda,

  • İnsanı sakinleştiren bir hormon olarak kabul edilen melatonin
  • Uyarıcı etkisi ile adrenalin 
  • Mutluluk hormonu olan serotonin 

gibi yararlı hormonlar salgılanıyor.

Ruh halimize etkileri…

Jeannette Haviland-Jones ve eşi Terry McGuire çiçeklerim stres azaltmaya yardımcı olduğunu ve olumlu duygular geliştirdiğini gözlemledikleri araştırmalar yapmışlardır.

Kırmızı güller, 

  • Kırmızı rengi ile dikkat çekicidirler
  • Adrenalin seviyesini arttırıcı etkiye sahiptir
  • Enerjinin ortaya çıkmasını sağlar
  • Romantizm ve aşk gibi hisler ile ilişkilendirilir

İris çiçeği,

  • Süsen ya da Nevruz çiçeği olarak da bilinir
  • Mavi renkli olanları, beyin epifizini uyararak, uyku düzeninizi olumlu etkiler
  • Sakinlik yaratır
  • Stres ve endişe seviyenizi azaltır
  • Güven hissi ortaya çıkar
  • Korku hissi kaybolur

Ayçiçeği

  • Dikkat arttırıyor
  • Kişinin daha kararlı olmasına etki ediyor
  • Daha iyimser hissetmenizi sağlıyor

Çan çiçeği

  • Uyumanızı sağlayan melatonin hormonunu tetikliyor
  • Tiroksin hormonunu uyararak, tiroit bezinin ve metabolik hızın düzenlenmesini sağlar

Zinya çiçeği

  • Nefes hızınızı yavaşlatır
  • Sakinleşmenizi sağlar






Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan