“KENDİMİ İYİ BİR İNSAN OLDUĞUM İÇİN ENAYİ GİBİ HİSSEDİYORUM”

Klinik Psikolog Perspektifinden Psikolojik ve Sosyolojik Bir Analiz

Danışanım koltuğa oturdu, derin bir nefes aldı ve gözlerimin içine bakarak şöyle dedi:
“Hocam, kendimi iyi bir insan olduğum için enayi gibi hissediyorum.”

Bu cümleyi ilk defa o gün duymadım. Son aylarda, farklı yaş, farklı meslek, farklı sosyal çevrelerden birçok kişi bu cümleyi kuruyor. Kimi öğretmen, kimi mühendis, kimi ev hanımı… Ortak noktaları şu: Hepsi değerlerinden taviz vermeden yaşamaya çalışıyor. Ama etraflarında gördükleri manzara onların içini kemiriyor.

  • Diploma ve sertifikaların parayla satılması…
  • Liyakatin değil torpilin işe alımlarda belirleyici olması…
  • Doğal alanların yok edilmesi, ağaçların yakılması, toprakların el değiştirmesi, çiftçinin emeğinin yok sayılması, zeytin ağaçları…
  • Çalanın, haksız kazanç sağlayanın cezasız kalması…
  • Öldürenin, yaralayanın cezasız kalması…
  • Trafikte çakarlının, sollayanın, emniyet şeridinden gidenin kendini akıllı sanması…

Bütün bunlar, insanın içinde güçlü bir adalet yarası açıyor. Çünkü bizler, çocukluktan beri “iyi olursan iyi karşılık alırsın” diye büyütülüyoruz.


E hani iyilik yapan iyilik bulurdu?

Masallardaki kahramanlar hep kazanır. Çalışkan öğrenci ödüllendirilir. Haksızlık yapanın ceza alacağı öğretilir. Ama gerçek hayatta bunun tam tersine şahit olduğumuzda, içimizdeki o temel inanç kırılıyor.

Psikolojide buna adalet inancının sarsılması (Just World Hypothesis, Lerner & Simmons, 1966) denir.


Psikolojik Arka Plan: Adalet Yaraları

İnsan zihni, yaşamın anlamını kurallı bir sistem içinde arar. Bu sistemin en temel kuralı şudur: Eğer doğru olanı yaparsam, doğru karşılığı alırım. Bu inanç, yalnızca ahlaki değil, motivasyonel bir temeldir.

Adalet duygusu kırıldığında üç tip düşünce şekli gözlemlerim:

  1. Kendi değerlerini sorgulama:
    “Demek ki dürüstlük bu dünyada işe yaramıyor. O zaman ben niye uğraşıyorum?”
    Bu düşünce, kişinin kendi ahlaki pusulasını bile sorgulamasına neden olabilir.
  2. Karşılaştırmalı umutsuzluk:
    “O çalmış, torpille girmiş, kolay yoldan kazanmış… Ben niye kaybediyorum?”
    Burada kişi, başkalarının etik olmayan kazançlarını kendisiyle kıyaslayarak değersizlik hissine kapılır.
  3. Etkinin küçümsenmesi:
    “Benim iyi olmam kime ne fayda sağlıyor ki?”
    Bu, öğrenilmiş çaresizlik (Seligman, 1975) dediğimiz düşünce biçimini besler.

Bu düşüncelerin ortak noktası, kişinin kendi kontrol alanını küçültmesi ve duygusal olarak geri çekilmesidir.


Gündelik Hayattan Örnekler: Sessiz Mücadeleler

Bir öğretmen düşünelim… Yıllarca emek veriyor, öğrencilerine bilgi kadar karakter de kazandırmaya çalışıyor. Ama bir gün, hiç hak etmediğini bildiği bir kişinin, siyasi torpille önemli bir göreve atandığını görüyor. İçinden geçirdiği cümle şu oluyor:
“Ben de mi bu oyuna uysam?”

Ya da bir esnaf… Vergisini ödüyor, faturasını düzenli yatırıyor. Ama yan dükkân vergiden kaçıyor, stokçuluk yapıyor ve daha çok kazanıyor. O esnaf eve gidince, kendi dürüstlüğünü sorgulamaya başlıyor.

Bir de gençler var… Üniversiteden yeni mezun olmuş, idealist, çalışkan. Aylarca iş arıyor, mülakatlara hazırlanıyor. Ama işe alınan kişi, yöneticinin akrabası oluyor. O genç, bir noktada şunu söylüyor:
“Madem böyle, niye uğraşayım?”

Bütün bu örnekler, aslında bireysel başarısızlık değil; sistemsel bir adalet krizinin bireyde yarattığı psikolojik etkilerdir.


Anomi ve Güven Erozyonu

Sosyoloji bize şunu gösteriyor: Adaletin zedelendiği toplumlarda toplumsal güven erir (Putnam, 2000). İnsanlar, birbirine ve kurumlara olan güvenini kaybettiğinde, iş birliği azalır. Bu, yalnızca bireylerin değil, tüm toplumun geleceğini tehdit eder.

Durkheim’ın “anomi” kavramı, toplumsal normların çözülmesini anlatır. Bugün liyakat yerine torpilin, emek yerine kolay kazancın öne çıkması tam olarak bu duruma işaret ediyor. Kuralların bozulduğu yerde, değerlerini koruyan kişi yalnız kalır.


Düşünceleri Yakalamak ve Dönüştürmek

Klinik çalışmalarda, danışanların bu “enayi” hissiyle başa çıkmalarına yardımcı olurken şu adımları izlerim:

  1. Duyguyu normalleştirmek
    “Bu his, sende bir problem olduğu anlamına gelmiyor. Bu, sağlıklı bir vicdanın tepkisi.”
  2. Kontrol alanını hatırlatmak
    “Sen tüm sistemi değiştiremezsin ama kendi etki alanında adaleti yaşatabilirsin.”
  3. Uzun vadeli bakış açısı kazandırmak
    “Kötülerin kazancı kısa vadelidir. Vicdanlı insanların kazancı görünmez ama kalıcıdır.”
  4. Dayanışma ağları kurmak
    Benzer değerlere sahip kişilerle bir araya gelmek, yalnızlık hissini azaltır ve mücadeleyi güçlendirir.
  5. İçsel ödüllere odaklanmak
    Araştırmalar, değerleriyle uyumlu yaşayan kişilerin yaşam doyumunun, gelir ve statüden bağımsız olarak daha yüksek olduğunu gösteriyor (Schwartz, 2012).

Baş Etme Stratejileri: İyiliği Sürdürmek

  • Mikro değişim: Büyük resmi değiştirmek zor olabilir ama kendi küçük alanında fark yaratmak mümkündür. Bu, umut duygusunu canlı tutar.
  • Kendi hikâyeni sahiplenmek: Başkalarının kısa vadeli kazançları seni kendi yolundan döndürmemeli.
  • Sosyal destek: Yalnız mücadele eden yorulur; birlikte mücadele eden güçlenir.
  • Vicdanın değerini hatırlamak: Parayla satın alınamayacak tek şey, kendi huzurun ve kendine saygındır.

Enayi Değil, İyi İnsan

Şunu net söylemeliyim: Kendini “enayi” gibi hissetmen, aslında senin toplumsal çürüme karşısında hâlâ direniyor olmandan kaynaklanıyor. Bu his, zayıflık değil, güçtür.
Çünkü oyunun kuralları bozulduğunda, kuralları hâlâ gözetenler, oyunu yeniden kuracak kişilerdir.

Belki bugün yalnızsın. Belki sesin az çıkıyor gibi hissediyorsun. Ama dürüst insanların zinciri, görünmez olsa da her gün biraz daha uzuyor. Ve bir gün bu zincir, düzeni değiştirecek kadar güçlü olacak.


Kaynakça:

  • Lerner, M. J., & Simmons, C. H. (1966). Observer’s reaction to the “innocent victim”: Compassion or rejection? Journal of Personality and Social Psychology, 4(2), 203–210.
  • Seligman, M. E. P. (1975). Helplessness: On Depression, Development, and Death. W. H. Freeman.
  • Putnam, R. D. (2000). Bowling Alone: The Collapse and Revival of American Community. Simon & Schuster.
  • Durkheim, E. (1897). Le Suicide. Paris: Félix Alcan.
  • Schwartz, S. H. (2012). An overview of the Schwartz theory of basic values. Online Readings in Psychology and Culture, 2(1).









    Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
    ©psikologecemsercan

MOTİVASYON

İçsel ve Dışsal Dinamikler

Motivasyon, insan davranışlarının temelinde yatan ve bireyleri hedeflerine ulaşmaya iten güçlü bir kavramdır. Günlük hayatta birçok kez “motivasyonum düşük” ya da “bu işi yapmak için motivasyona ihtiyacım var” gibi ifadeler kullanırız. Peki, motivasyon tam olarak nedir? Neden bazı insanlar hedeflerine ulaşmak için kolayca motive olurken, diğerleri için bu süreç daha zorlu geçer?


Motivasyon Nedir?

Motivasyon, bir davranışı başlatma, sürdürme ve yönlendirme sürecidir. Psikolojide, motivasyon genellikle iki ana kategoriye ayrılır: içsel motivasyon ve dışsal motivasyon.

  1. İçsel Motivasyon: Kişinin kendi içinden gelen, ödül veya ceza beklentisi olmaksızın bir aktiviteyi yapma isteğidir. Örneğin, bir hobiyle uğraşmak, yeni bir şey öğrenmek veya sanatla ilgilenmek içsel motivasyon örnekleridir. İçsel motivasyon, kişinin kendi değerleri, ilgi alanları ve tutkularıyla yakından ilişkilidir.
  2. Dışsal Motivasyon: Dışarıdan gelen ödüller veya cezalarla ilişkilidir. Örneğin, bir işte terfi almak için çalışmak, para kazanmak veya sosyal onay görmek dışsal motivasyon kaynaklarıdır. Dışsal motivasyon, kısa vadede etkili olsa da, uzun vadede sürdürülebilir olmayabilir.

Motivasyonun Psikolojik Temelleri

Motivasyon, psikolojide birçok teoriyle açıklanmaya çalışılmıştır.

Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi: Abraham Maslow, insan motivasyonunun temelinde bir ihtiyaçlar hiyerarşisi olduğunu öne sürer. Bu hiyerarşi, fizyolojik ihtiyaçlardan (yemek, su, barınak) başlayarak, güvenlik, ait olma, sevgi, saygı ve nihayetinde kendini gerçekleştirme ihtiyacına kadar uzanır. Maslow’a göre, bir ihtiyaç karşılandığında, bir sonraki ihtiyaç motivasyon kaynağı haline gelir.

Deci ve Ryan’ın Kendi Kendini Belirleme Teorisi (Self-Determination Theory): Bu teori, içsel motivasyonun üç temel ihtiyaçla ilişkili olduğunu savunur: özerklik (kendi seçimlerini yapma hissi), yeterlilik (bir görevi başarıyla yerine getirme hissi) ve ilişkililik (başkalarıyla bağ kurma hissi). Bu ihtiyaçlar karşılandığında, bireyler daha motive ve mutlu hissederler.

Bandura’nın Öz-Yeterlilik Teorisi: Albert Bandura, öz-yeterlilik inancının (bir görevi başarabileceğine dair inanç) motivasyon üzerinde kritik bir rol oynadığını belirtir. Yüksek öz-yeterlilik, bireyleri zorlu görevlere karşı daha dirençli ve motive hale getirir.


Motivasyon üzerine yapılan araştırmalar, içsel ve dışsal motivasyonun farklı etkilerini ortaya koymuştur:

İçsel Motivasyonun Uzun Vadeli Etkisi: Deci ve Ryan’ın 2000 yılında yaptığı bir meta-analiz, içsel motivasyonun uzun vadede daha sürdürülebilir olduğunu göstermiştir. İçsel olarak motive olan bireyler, daha yaratıcı, dirençli ve mutlu hissetme eğilimindedir.

Dışsal Ödüllerin Sınırlılığı: 1971 yılında yapılan bir çalışmada, dışsal ödüllerin (para, övgü gibi) içsel motivasyonu azaltabileceği bulunmuştur. Özellikle, bir aktivite zaten içsel olarak motive ediciyse, dışsal ödüller kişinin o aktiviteye olan ilgisini azaltabilir. Bu fenomen “aşırı gerekçelendirme etkisi” olarak bilinir.

Öz-Yeterlilik ve Başarı: Bandura’nın 1997 yılında yaptığı bir araştırma, öz-yeterlilik inancının akademik ve mesleki başarıyı önemli ölçüde etkilediğini göstermiştir. Öz-yeterliliği yüksek olan öğrenciler, zorlu görevler karşısında daha az stres yaşar ve daha fazla çaba gösterir.


Motivasyonu Artırmak İçin Stratejiler

  1. Küçük Adımlarla Başlayın: Büyük hedefler bazen bunaltıcı olabilir. Küçük, ulaşılabilir adımlarla başlamak, motivasyonu artırabilir ve başarı hissini güçlendirebilir.
  2. İçsel Motivasyon Kaynaklarını Keşfedin: Bir aktiviteyi neden yaptığınızı sorgulayın. Eğer içsel bir neden bulabilirseniz, motivasyonunuz daha kalıcı olacaktır.
  3. Öz-Yeterliliğinizi Geliştirin: Kendinize güveninizi artırmak için geçmiş başarılarınızı hatırlayın ve olumlu içsel diyaloglar kurun.
  4. Destekleyici Bir Çevre Oluşturun: Ait olma hissi, motivasyonu artıran önemli bir faktördür. Hedeflerinizi paylaşabileceğiniz ve size destek olacak bir çevre edinin.
  5. Dengeli Ödüller Kullanın: Dışsal ödüller, içsel motivasyonu zayıflatmadan kullanıldığında etkili olabilir. Ödüllerinizi, kişisel gelişiminizi destekleyecek şekilde planlayın.

Motivasyon, hem içsel hem de dışsal dinamiklerin birleşimiyle şekillenen karmaşık bir süreçtir. İçsel motivasyon, uzun vadeli hedefler için daha sürdürülebilir bir kaynak sunarken, dışsal motivasyon kısa vadeli hedeflerde etkili olabilir. Kendinizi tanımak, ihtiyaçlarınızı keşfetmek ve doğru stratejileri uygulamak, motivasyonunuzu artırmanın anahtarıdır.

Unutmayın, motivasyon bir varış noktası değil, bir yolculuktur. Bu yolculukta kendinize şefkatle yaklaşın ve küçük adımların gücünü hafife almayın.


Daha derin bir içgörü için bir uzmanla çalışmanız her zaman faydalı olacaktır.






Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

ÜÇ YAPRAKLI YONCA ŞANSI

İnanışların Psikolojik Boyutu: Soyutluk, Değişkenlik, Gerçeklik Algısı ve Kehanetler

İnsanlar her zaman şans faktörünün hayatlarında önemli bir rol oynadığına inanmışlardır. Şans kavramı, umut, olumlu düşünceler ve beklentiler ile ilişkilendirilir. Bu bağlamda, dört yapraklı yoncanın şans getirdiğine olan inanç yaygın bir folklorik örnektir. Bu yazıda, şans kavramının tanımı üzerine odaklanarak, dört yapraklı yoncanın neden şans getirdiğine inanıldığına dair teorileri ve bu tarz inanışların insan psikolojisini nasıl etkilediğini birlikte inceleyelim.

Şans, olumlu bir sonuç elde etme olasılığının rastgele faktörlere bağlı olduğu bir kavramdır. Şansın temelinde belirsizlik ve tesadüf yatar. İnsanlar, şansa bağlı sonuçlara dair umut ve olumlu beklentilerle motive olabilirler. Şans, bir olayın veya durumun gelişmesindeki tesadüfi faktörlerden kaynaklanan beklenmedik başarı veya fırsatları ifade eder.

Dört yapraklı yoncanın nadir bulunan bir bitki olduğu bilinir. İnsanlar, nadir ve özel olan şeylerin şans getirdiğine inanma eğilimindedir. Bu nedenle, dört yapraklı yonca eşsizliği ve nadirliği nedeniyle şans sembolü olarak kabul edilir. İnandıkları şeylerin gerçekleşme olasılığını artırdığına inanırlar. Dört yapraklı yonca, yıllar boyunca şans sembolü olarak kabul edilmesiyle insanların zihinlerinde güçlü bir inanç sistemine sahip olmuştur. İnançlar, bizlerin motivasyonunu ve davranışlarını etkileyebilir.

Şansa olan inanç, bireylerin özgüvenlerini de yükseltebilir, şans faktörünün var olduğuna inanarak daha iyimser ve olumlu bir bakış açısı geliştirebilirler. Bu da insanların hem zorluklarla başa çıkmaya daha istekli olmalarını hem de hedeflerine ulaşma konusunda daha fazla çaba sarf etmelerini sağlayabilir.

Stres düzeyimizi azaltabilir ve belirsizlikle karşılaştığımızda şansa güvenerek daha az endişelenme eğiliminde olmamıza yarar. Şans sembollerine odaklanmak sizi de olumsuz duygulardan uzaklaştırarak stresle daha iyi başa çıkmanızı sağlar mı?

Unutmayalım ki, şansın gerçekliği bilimsel olarak kanıtlanmamış bir konudur, bireylerin inanç sistemleri ve kültürel arka planlarına bağlıdır. Herkesin şansa olan inancı farklı olabilir ve her zaman pozitif sonuçlar getireceği garantisi yoktur. Ancak, şansa olan inanç, insanların ruh halini, davranışlarını ve yaşam deneyimlerini etkileyebilecek güçlü bir psikolojik faktördür.

İnanışlar, soyut kavramlar olarak kabul edilir çünkü somut bir gerçekliği doğrudan temsil etmezler. Psikoloji literatüründe, soyut düşünme ve soyut kavramlarla ilişkili olarak bilişsel süreçler üzerine birçok araştırma yapılmıştır. Örneğin, Bargh ve Chartrand’ın (2000) yaptığı bir çalışmada, insanların bilinçaltında aktive olan soyut kavramların (örneğin “yaşlılık” veya “naziklik”) davranışları üzerinde etkili olabileceğini göstermiştir.

İnanışlar zaman içinde değişebilir, bu değişkenlik bilişsel esneklik kavramıyla ilişkilendirilir. Bilişsel esneklik, bireylerin yeni bilgilere dayanarak düşüncelerini değiştirebilme ve esnek davranabilme yeteneğidir. Araştırmalar, insanların yeni deneyimler yaşadıkça inançlarını güncellediğini ve değiştirdiğini göstermektedir (Plous, 1993)

İnsanlar bazen inançlarını gerçeklikle karıştırabilir ve kesin gerçeklik olarak algılayabilirler. Psikolojide, bu fenomen “gerçeklik algısı” veya “inancın gerçeklik sanılması” olarak bilinir. Araştırmalar, insanların zihinsel modellerini gerçek dünyadaki olaylarla uyumlu hale getirmek için çaba gösterdiklerini ve inançlarını kesin gerçek olarak algılayabileceklerini göstermektedir (Johnson-Laird, 1983).

İnanışlar, bazen insanların bedensel deneyimleriyle ilişkilendirilebilir ve fiziksel beden duyumlarına dönüşebilir. Bu durum, somatoform belirti bozuklukları ve nocebo etkisi gibi fenomenlerle ilgili araştırmalarda incelenmiştir. Örneğin, kişi negatif bir inanışa sahip olduğunda vücutta fiziksel semptomlar (örneğin, baş ağrısı veya mide bulantısı) ortaya çıkabilir (Barsky, 2014).

Peki ya gerçekleşen kehanetler? Genellikle doğrulama yanlılığı (confirmation bias) ve selektif hatırlama gibi bilişsel önyargılarla ilişkilendirilir. İnsanlar, kehanetlerin gerçekleştiğini düşündükleri durumları hatırlamaya daha yatkındır ve gerçekleşmeyen kehanetleri kolayca unutabilirler (Nickerson, 1998).

İnanışların soyutluğu, değişkenliği, gerçeklik algısı ve beden duyumuna dönüşmesi gibi konular inanç sistemlerimizi ve bu inançların psikolojik etkilerini anlamak için önemli bir temel oluşturmaktadır. İnançların gerçekliği tamamen bilimsel olarak kanıtlanmış olmasa da, insanların bilişsel süreçlerini, davranışlarını ve algılarını etkileyebilecek güçlü bir etkiye sahip olduklarını gösteren bulguları sizinle paylaşmak istedim. Düşünce ve yorumlarınızı dilediğiniz zaman benimle paylaşmanızdan memnuniyet duyarım.











Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan