AHLAKİ ÇÜRÜME İLE BAŞ ETMEK

Çürümenin İçimizde Yarattığı Sızı

“Sanki her gün içimde küçük bir parça eksiliyor. Etrafımda o kadar çok yalan, çıkarcılık, kayırma görüyorum ki; ya buna alışacağım ya da tükenip gideceğim.”

Bu, yalnızca bireysel bir yorgunluk değil; ahlaki çürümenin kişisel psikoloji üzerindeki etkisidir.
Ahlaki çürüme, toplumsal düzeyde değerlerin, normların ve adalet duygusunun erozyona uğramasıdır (Durkheim, 1897). Birey, bu ortamda iki ana riskle karşı karşıyadır:

  • Duyarsızlaşma: “Bunlar zaten normal, herkes böyle yapıyor.”
  • Tükenmişlik: “Artık bunlarla uğraşacak gücüm kalmadı.”

Ahlaki Çürüme Nedir ve Nasıl Hissederiz?

Ahlaki çürüme, yavaş ilerleyen ama derin etkiler bırakan bir süreçtir. Genellikle şu sinyallerle hissedilir:

  • Haksızlıkların olağan hale gelmesi
  • Kötü davranışların ödüllendirilmesi
  • İyilik yapanların küçümsenmesi
  • Bireylerin çıkar için değerlerinden vazgeçmesi

Psikolojik olarak bu durum, ahlaki yorgunluk (moral fatigue) ve ahlaki yaralanma (moral injury) ile sonuçlanabilir.
Moral injury kavramı, kişinin kendi değerleriyle çelişen olaylara tanık olduğunda veya bu olayların parçası olduğunda hissettiği derin içsel çatışmayı ifade eder (Litz et al., 2009).


Gündelik Hayattan Çürüme Tabloları

  • İş yerinde: Kuralları çiğneyenlerin terfi alması, dürüst çalışanların göz ardı edilmesi.
  • Sokakta: Trafik kurallarını hiçe sayanların ceza almaması, hatta övülmesi.
  • Eğitimde: Hak ederek kazananların yerine, torpilli adayların yerleşmesi.
  • Ekonomide: Vergi ödeyenin zor durumda kalması, kayıt dışı çalışanın avantajlı hale gelmesi.

Bu tablolar, bireyde yalnızca öfke değil, aynı zamanda “Ben mi yanlışım?” sorusunu doğurur. İşte tehlike de burada başlar: Kişi, değerlerini sorgulamaya başlarsa, çürüme kendi içinde de kök salabilir.


Çürüme Karşısında Psikolojik Tepkiler

Klinik gözlemlerime göre, ahlaki çürüme karşısında bireylerde üç yaygın tepki vardır:

  1. Uyum Sağlama (Conformity):
    “Madem herkes böyle, ben de öyle yapayım.”
    Kısa vadede konforlu görünse de, uzun vadede suçluluk ve kimlik çatışması yaratır.
  2. Pasif Direniş:
    “Ben kendi halimde iyiliğimi korurum ama sesimi çıkarmam.”
    Bu, tükenmeyi yavaşlatabilir ama çürümeye karşı toplumsal etkisi sınırlı kalır.
  3. Aktif Direniş:
    “Hem değerlerimi korurum hem de elimden geldiğince karşı dururum.”
    Bu yaklaşım, en zor ama en etkili olandır. Dayanışma ve bilinçle desteklenirse sürdürülebilir.

Ahlaki Çürüme ile Baş Etme Stratejileri

İlk adım, çürümenin farkına varmaktır.
Bunu “benim kişisel başarısızlığım” olarak değil, “sistemsel bir sorun” olarak görmek, suçluluk hissini azaltır.

Stephen Covey’in (1989) etki alanı kavramına göre, kontrol edebileceğimiz alanlarda adaleti yaşatmak, hem umudu hem motivasyonu korur.
Örneğin:

  • İş yerinde dürüst ve adil ilişkiler kurmak
  • Çocuklara değer temelli eğitim vermek
  • Komşuluk ilişkilerinde güveni güçlendirmek

Ahlaki yalnızlık, çürümenin en büyük besleyicisidir. Benzer değerlere sahip insanlarla bir araya gelmek, yalnızca psikolojik destek değil, aynı zamanda toplumsal direnç sağlar.

Olumsuz haberlere, yozlaşma örneklerine sınırsız maruz kalmak tükenmişliği artırır (Johnston & Davey, 1997). Bilgi almak gerekli ama dozunu ayarlamak şart.

Ahlaki çürüme, büyük zaferlerle değil, küçük ve sürekli eylemlerle yavaşlatılır:

  • Yanlışa sessiz kalmamak
  • Emeğin hakkını vermek
  • Gücün değil doğrunun yanında olmak

“Sen kötülük yapmıyorsun diye dünya değişmeyebilir. Ama sen kötülük yapmaya başlarsan, kesinlikle değişir. Ve o değişim kötüye olur.”

Ahlaki çürüme, yalnızca “onlar” dediğimiz kişilerle değil, bizim sessizliğimizle de beslenir. Bu yüzden iyiliğini korumak, aslında toplumun sessizce direnen damarlarından biri olmak demektir.


Çürümenin Ortasında Yeşerenler

Toplumsal çürümenin ortasında, değerlerinden vazgeçmeden yaşamak bazen “enayi” gibi hissettirir. Ama unutma: Çürüme toprağı kaplayabilir, fakat yeşeren tek bir sağlam fidan bile, bir gün o toprağın kaderini değiştirebilir.
O fidanlarsak, yalnız değiliz…


İyiliği Sürdürme Cesaretini Canlı Tutmak

Adaletsizlik, yolsuzluk, yozlaşma… Bunlar, toplumsal atmosferi ağırlaştıran, ruhumuzu yoran kelimeler.
Ama işin aslı şu: İyilik yapma cesaretini korumak, ruhsal sağlığın temel ihtiyacıdır.
Araştırmalar, değer temelli yaşam biçiminin depresyon ve tükenmişlik riskini azalttığını gösteriyor (Schwartz, 2012). Yani iyi kalmak, yalnızca başkaları için değil, kendimiz için de yaşamsal bir ihtiyaçtır.


İyiliğin Sessiz Değeri

Birçok insan, yaptığı iyiliklerin fark edilmemesinden şikâyet eder:

  • Trafikte sıraya uymak ama başkalarının aradan girmesi
  • Emeğinin hakkını vermek ama daha az kazananın bile seni geçmesi
  • Dürüst kalmak ama yalancıların avantaj sağlaması

Burada psikolojide gecikmiş ödül kavramı devreye girer.
Mischel’in (1972) meşhur “Marshmallow Deneyi”nde olduğu gibi, anında tatmin yerine uzun vadeli kazanımlara odaklanan bireyler, hem daha başarılı hem daha huzurlu oluyor. İyilik de böyledir: Kazancı hemen görülmez, ama uzun vadede toplumsal ve kişisel bir güven ağı oluşturur.


Cesareti Kıran Tuzaklar

İyiliği sürdürmekte zorlanan kişiler genelde şu üç tuzağa düşer:

  1. “Herkes böyle yapıyor” yanılsaması
    Oysa araştırmalar, toplumlarda hâlâ çoğunluğun etik ilkelere bağlı olduğunu gösteriyor; sadece kötüler daha görünür.
  2. Sonuç odaklı iyilik
    Sadece anında sonuç alınca iyilik yapmak, sürdürülebilir değildir. Süreçten anlam bulmak gerekir.
  3. Ahlaki yalnızlık
    Yalnız hissetmek, direnci zayıflatır. Oysa benzer değerlere sahip kişilerle temas etmek, iyilik enerjisini tazeler.

Cesareti Canlı Tutma Stratejileri

Küçük Zaferleri Görmek

Büyük değişimler yavaş gelir, ama her gün kazandığın küçük zaferleri fark etmek gerekir.

  • Bir arkadaşına haksızlık karşısında destek olmak
  • Çocuğuna adaletli davranmak
  • İş yerinde dürüstlüğünü korumak

Bu küçük eylemler, moral kaslarını güçlendirir.

Dayanışma Ortamı Oluşturmak

Psikolojik olarak, aynı değerleri taşıyan kişilerle bir arada olmak, “ahlaki yalnızlığı” kırar.
Bu bazen bir sivil toplum grubu, bazen mahalle dayanışması, bazen de sadece iki dostun birbirini kollaması olabilir.

Anlam Kaynağını Netleştirmek

Viktor Frankl’ın (1946) İnsanın Anlam Arayışı kitabında vurguladığı gibi, zor zamanlarda ayakta kalmayı sağlayan en güçlü faktör, hayata anlam yüklemektir.
Senin iyiliğinin anlamı nedir?

  • İnandığın dini veya manevi değerler mi?
  • Çocuğuna bırakmak istediğin miras mı?
  • Toplumun daha güvenli olması mı?

Zihinsel Hijyen

Olumsuz haber ve toksik sohbetlere sürekli maruz kalmak, iyilik cesaretini törpüler (Johnston & Davey, 1997). Bilgiye ulaş, ama maruziyetini sınırla.

Kendini Takdir Etmek

İyilik yaparken başkalarının alkışını beklemek yerine, kendi içsel onayını geliştirmek gerekir. Bu, bağımsız bir iyilik enerjisi sağlar.


Bugün yaptığın küçük ama doğru eylemler, yarının görünmez bağışıklık sistemi gibidir; toplumu içeriden korur.
Belki seni alkışlayan olmayacak, ama senin sayende bir çocuk adaletin var olduğuna inanacak, bir genç dürüstlüğü seçmenin mümkün olduğunu görecek.
İşte bu yüzden iyiliğini korumak, yalnızca kendine değil, geleceğe borcundur.


Kaynakça

  • Schwartz, S. H. (2012). An overview of the Schwartz theory of basic values. Online Readings in Psychology and Culture, 2(1).
  • Mischel, W., et al. (1972). Cognitive and attentional mechanisms in delay of gratification. Journal of Personality and Social Psychology, 21(2), 204–218.
  • Frankl, V. E. (1946). Man’s Search for Meaning. Beacon Press.
  • Johnston, W. M., & Davey, G. C. L. (1997). The psychological impact of negative TV news bulletins. Journal of Anxiety Disorders, 11(6), 573–587.
  • Durkheim, E. (1897). Le Suicide. Paris: Félix Alcan.
  • Litz, B. T., et al. (2009). Moral injury and moral repair in war veterans: A preliminary model and intervention strategy. Clinical Psychology Review, 29(8), 695–706.
  • Covey, S. (1989). The 7 Habits of Highly Effective People. Free Press.
  • Johnston, W. M., & Davey, G. C. L. (1997). The psychological impact of negative TV news bulletins. Journal of Anxiety Disorders, 11(6), 573–587.




Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

YAVAŞLA

Psikolojinin Bize Öğrettikleri ve Kültürlerin İlham Veren Ritimleri

Bugün sizinle modern dünyanın hızına karşı bir panzehir olan “yavaşlamak” üzerine konuşalım mı?

Klinik psikolog olarak, danışanlarımla yaptığım görüşmelerde sık sık şu cümleyi duyuyorum: “Durup nefes alacak zamanım yok.” Peki, gerçekten öyle mi? Yoksa biz mi kendimizi bu hıza mahkum ediyoruz?

Gelin, yavaşlamanın psikolojik faydalarına, farklı ülkelerdeki kültürlerin bize öğrettiklerine ve çocuklarla ilişkimize bir göz atalım.


Yavaşlamanın Psikolojik Faydaları

Yavaşlamak, sadece romantik bir fikir değil, aynı zamanda psikolojik sağlığımız için bir gereklilik. İşte bilimin bize söyledikleri:

  • Hızlı yaşam tarzı, kronik stresi tetikler ve kortizol seviyelerini yükseltir. Yavaşlamak ise parasempatik sinir sistemini aktive ederek, vücudun “dinlen ve sindir” moduna geçmesini sağlar (Sapolsky, 2004). Bu da stresi azaltır ve duygusal dengeyi destekler.
  • Mindfulness (anda kalma) pratikleri, yavaşlamanın en etkili yollarından biridir. Jon Kabat-Zinn’in 1990’larda geliştirdiği Mindfulness Temelli Stres Azaltma (MBSR) programı, yavaşlamanın kaygı ve depresyonu azalttığını gösteriyor. Yavaşlamak, bize “şimdi ve burada” olmayı öğretir.
  • Beynimizin Default Mode Network (DMN) adı verilen bir ağı, dinlenme sırasında aktive olur. Bu ağ, yaratıcı düşüncelerin ortaya çıkmasını sağlar (Buckner et al., 2008). Yani, yavaşladığımızda aslında beynimiz daha yaratıcı olur!

Hygge’den Ikigai’ye İlham Veren Gelenekler

Farklı kültürler, yavaşlamayı bir sanat haline getirmiş.

  • Hygge (Danimarka): Hygge, Danimarka’da sıcaklık, rahatlık ve samimiyet anlamına gelir. Araştırmalar, hygge’nin insanların mutluluk seviyelerini artırdığını gösteriyor (Sørensen, 2016). Mum ışığı, sıcak bir battaniye ve sevdiklerinizle geçirilen zaman, hygge’nin özünü oluşturur. Bu, yavaşlamanın en keyifli hali!
  • Lagom (İsveç): Lagom, “ne az ne çok, tam kararında” demek. Bu felsefe, dengeli bir yaşam sürmeyi öğütler. İsveçliler, lagom sayesinde iş-yaşam dengesini koruyor ve stresi minimumda tutuyor.
  • Ikigai (Japonya): Ikigai, “yaşam amacı” anlamına gelir. Japonlar, ikigai’lerini bulduklarında daha uzun ve mutlu bir yaşam sürüyor (Buettner, 2005). Yavaşlamak, ikigai’yi keşfetmek için bir fırsattır.

Çocuklar Hızlandırmak mı, Yavaşlamayı Öğrenmek mi?

“Hadi” ile Büyüyen Çocuklar

Modern ebeveynlik, çocukları sürekli bir aktivite ve başarı baskısı altında tutuyor. Ancak, çocukların yavaşlamaya ihtiyacı var. İşte nedenleri:

  • Doğal Öğrenme Hızı: Jean Piaget’nin bilişsel gelişim teorisine göre, çocuklar kendi hızlarında öğrenir. Onları hızlandırmak, öğrenme süreçlerini olumsuz etkileyebilir (Piaget, 1952).
  • Oyunun Gücü: Oyun, çocukların duygusal ve sosyal becerilerini geliştirir. Yavaşlamak, onlara daha fazla oyun zamanı tanır. Carl Rogers’ın da dediği gibi, “Çocuklar, kendi hızlarında büyüdüklerinde daha sağlıklı bireyler olurlar.”
  • Duygusal Denge: Yavaşlamak, çocukların duygusal olarak dengeli olmalarına yardımcı olur. Sürekli koşuşturma, kaygı ve stres yaratabilir (Goleman, 1995).

Çocuklardan yavaşlamayı öğrenmek, aslında onların doğal ritimlerine saygı duymak anlamına gelir.

Onlara “hadi” demek yerine, onların keşfetme ve öğrenme süreçlerine eşlik etmek daha sağlıklıdır.


Yavaşlamayı Hayata Geçirmek

Yavaşlamak, bir yaşam tarzı haline getirilebilir. İşte bazı pratik öneriler:

  • Gün içinde belirli saatlerde teknolojiden uzak durun. Bu, zihninizi boşaltmanıza yardımcı olur.
  • Doğa yürüyüşleri, piknikler veya bahçe işleri, yavaşlamak için harika yollardır.
  • Sabah kahvenizi yavaşça içmek veya akşam yemeğini aileyle birlikte yemek gibi küçük ritüeller, yavaşlamanıza yardımcı olur.
  • Çocukların oyunlarına katılmak, hem onlarla bağ kurmanızı hem de yavaşlamanızı sağlar.









Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

Çocukluk Çağı Temel İhtiyaçlarımız ve Yetişkin İlişkilerimize Etkisi: Şema Terapi Perspektifi

Çocukluk döneminde karşılanan veya karşılanmayan temel ihtiyaçlarımız, yetişkinlikteki ilişkilerimizi derinden etkileyebilir. Şema Terapi, bu ihtiyaçların nasıl oluştuğunu, nasıl karşılandığını veya karşılanmadığını ve bunların yetişkinlikteki davranış kalıplarımıza nasıl yansıdığını anlamaya odaklanır.

Şema Terapi ve Temel İhtiyaçlar

Şema Terapi, işlevsiz başa çıkma stratejilerimizin ve şemalarımızın (zihinsel kalıplarımızın), biyolojik mizacımız ve karşılanmamış duygusal ihtiyaçlarımızın birleşiminden kaynaklandığını öne sürer. Young, Klosko ve Weishaar (2003), bu ihtiyaçların karşılanmamasının, çocukluktan itibaren geliştirdiğimiz uyumsuz şemalara yol açtığını belirtir. Mizacımız, bu süreçte önemli bir rol oynar. Örneğin, utangaç bir çocuk, ebeveynlerinden duygusal destek alamadığında, sessiz ve insanları memnun etmeye çalışan bir yetişkine dönüşebilir. Buna karşılık, daha agresif bir mizaca sahip bir çocuk, aynı durumda dikkat çekmek için daha gürültülü ve isyankar davranışlar sergileyebilir.

Herkesin çocukluk döneminde, temel ihtiyaçlarının kısmen veya tamamen karşılanmadığı anlar olmuştur. En iyi ebeveynler bile hata yapabilir veya hayat koşulları bu ihtiyaçların karşılanmasını engelleyebilir. Ancak, bu ihtiyaçların karşılanmaması, yetişkinlikteki ilişkilerimizde ve duygusal dünyamızda derin izler bırakabilir.

Çocukluk Çağındaki Beş Temel Duygusal İhtiyaç

Şema Terapi, çocukluk döneminde karşılanması gereken beş temel duygusal ihtiyacı tanımlar. Bu ihtiyaçlar evrenseldir ve her birey için geçerlidir:

  1. Güvenli Bağlanma:
    Çocukların ebeveynleriyle veya bakım verenleriyle güvenli bir bağ kurması, kendilerini güvende, sevilmiş ve kabul edilmiş hissetmelerini sağlar. John Bowlby’nin bağlanma teorisine göre, güvenli bağlanan çocuklar, ebeveynlerinin yokluğunda huzursuzlanır, ancak geri döndüklerinde rahatlarlar. Güvenli bağlanma, çocuğun duygusal düzenleme becerilerini geliştirir. Ebeveynlerin tutarsız veya ilgisiz davranışları, çocuğun kendini güvende hissetmesini engelleyebilir ve yetişkinlikte terk edilme korkusu gibi şemalara yol açabilir.
  2. Özerklik, Yeterlilik ve Kimlik Duygusu:
    Çocukların yaşlarına uygun görevleri kendi başlarına yapabilmeleri, kendilerine güvenmeleri ve bir kimlik duygusu geliştirmeleri gerekir. Ebeveynlerin aşırı koruyucu veya tamamen ilgisiz olması, çocuğun özerklik kazanmasını engelleyebilir. Örneğin, sürekli eleştirilen bir çocuk, kendini yetersiz hissedebilir ve yetişkinlikte başarısızlık şeması geliştirebilir.
  3. Duygularını ve İhtiyaçlarını Özgürce İfade Edebilme:
    Çocukların duygularını ve temel ihtiyaçlarını ifade edebilmeleri, sağlıklı bir benlik duygusu geliştirmeleri için kritiktir. Duygularını ifade ettiklerinde cezalandırılan veya küçümsenen çocuklar, yetişkinlikte duygularını bastırma eğilimi gösterebilir. Bu durum, duygusal yoksunluk şemasına veya ilişkilerde zorluklara yol açabilir.
  4. Oyun ve Keyifli Aktiviteler Yoluyla Öğrenme:
    Oyun, çocukların dünyayı keşfetmeleri, korkularını yenmeleri ve sosyal beceriler geliştirmeleri için önemli bir araçtır. Oyun oynamasına izin verilmeyen veya sürekli akademik başarı baskısı altında olan çocuklar, yetişkinlikte sosyal izolasyon şeması geliştirebilir.
  5. Gerçekçi Sınırlar ve Öz-Denetim:
    Çocukların sağlıklı sınırlar içinde büyümesi, öz-disiplin ve sorumluluk duygusu kazanmalarını sağlar. Sınırların olmaması veya aşırı katı olması, çocuğun yetişkinlikte yetersiz öz-denetim veya katı standartlar şemaları geliştirmesine neden olabilir.

Yetişkinlikteki Yansımalar

Çocukluk döneminde karşılanmayan ihtiyaçlar, yetişkinlikteki ilişkilerimizi ve duygusal dünyamızı şekillendirir. Örneğin, güvenli bağlanma ihtiyacı karşılanmayan bir çocuk, yetişkinlikte terk edilme korkusu yaşayabilir. Benzer şekilde, duygularını ifade etme özgürlüğü olmayan bir çocuk, yetişkinlikte duygusal yoksunluk şeması geliştirebilir.

Şema Terapi, bu ihtiyaçların nasıl karşılanmadığını ve bunların yetişkinlikteki etkilerini anlamamıza yardımcı olur. Kendi çocukluk deneyimlerinizi düşünmek, bu süreçte farkındalık kazanmanızı sağlayabilir. Aşağıdaki sorular üzerinde düşünmek, bu süreci anlamanıza yardımcı olabilir:

  • Ebeveynlerinizden aldığınız mesajlar nelerdi? (Hem olumlu hem de olumsuz)
  • Yukarıdaki ihtiyaçlarınız nasıl karşılandı veya karşılanmadı?
  • Hangi ihtiyaçlarınız tutarlı bir şekilde karşılanmadı? Bu durum sizi nasıl hissettirdi?

Çocukluk ihtiyaçlarımızın karşılanmaması, yetişkinlikteki davranışlarımızı etkileyebilir, ancak bu şemaların farkına varmak ve üzerinde çalışmak, daha sağlıklı ilişkiler kurmamıza ve duygusal dünyamızı iyileştirmemize yardımcı olabilir. Şema Terapisi, bu süreçte bize rehberlik eden güçlü bir araçtır.


Kaynaklar:

Young, J., Klosko, J., & Weishaar, M. (2003). Schema Therapy: A Practitioner’s Guide.

Bowlby, J. (1988). A Secure Base: Parent-Child Attachment and Healthy Human Development.

Ginsburg, K. R. (2007). The Importance of Play in Promoting Healthy Child Development and Maintaining Strong Parent-Child Bonds.






Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

İLK GÖRÜŞTE ARKADAŞLIK

Arkadaşlık, insanlar arası ilişkilerin temel taşlarından biri olup, sosyal yaşamın önemli bir parçasını oluşturur. Peki bir kişiyle ilk görüşte arkadaşlık nasıl mümkün olabilir? Bu soruya yanıt bulmak için bilimsel çalışmalar ve araştırmalar ışığında arkadaşlık olgusunu birlikte analiz edelim.

Birçok bilimsel veri ve araştırma, arkadaşlık kurma sürecini etkileyen faktörleri ortaya koymaktadır. Bilimsel araştırmalar, bu faktörlerin arkadaşlık olasılığını şekillendirdiğini göstermektedir. Ancak her arkadaşlık ilişkisi farklıdır ve kişisel dinamiklere dayanır, bu nedenle herkes için tek bir kural veya formül yoktur.

  1. İnsanlar, benzer ilgi alanlarına, değerlere ve kişilik özelliklerine sahip olanlarla daha fazla arkadaşlık kurma eğilimindedirler. Bu teori, arkadaşlıkların temelinde benzerliklerin olduğunu vurgular. Ortak hobiler, tutkular veya yaşam tarzları, bağların oluşmasına katkı sağlar.
  2. Arkadaşlık, güven ve iletişim temeli üzerine inşa edilir. Karşılıklı güven duygusu ve açık iletişim, arkadaşlık kurmayı kolaylaştırır. İyi iletişim becerileri, insanların arkadaşlık ilişkilerini güçlendirmelerine yardımcı olur.
  3. Arkadaşlık, zaman içinde gelişen bir süreçtir. İnsanlar birlikte vakit geçirip deneyimler paylaştıkça, daha yakın ilişkiler kurarlar.
  4. Ortak değerler ve inançlar, arkadaşlık kurarken dikkate alınan önemli unsurlardır. Aynı değerlere sahip olmak, bağların derinleşmesine yardımcı olabilir.
  5. Kişilik uyumu, insanların daha kolay arkadaş olmalarına neden olabilir. Kişilik benzerlikleri, arkadaşlık ilişkilerini güçlendirebilir.
  6. Fiziksel yakınlık, arkadaşlık kurma olasılığını artırır. Aynı çevrede yaşayan veya çalışan kişiler, daha kolay arkadaşlık kurabilirler. İnsanlar, genellikle aynı sosyal ortamlarda bulunan kişilerle daha kolay arkadaşlık kurarlar. Ortak okul, iş veya hobiler gibi sosyal alanlar, arkadaşlık olasılığını artırır.
  7. Duygusal bağlanma, arkadaşlık ilişkilerinin duygusal derinliğini belirler. İnsanlar, birbirlerine duygusal olarak bağlandıklarında, arkadaşlık daha sağlam hale gelir.
  8. Arkadaşlar, sosyal destek sağlama ve stresle başa çıkma konularında önemli roller üstlenirler. Arkadaşlık ilişkileri, insanların duygusal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılayabilir.
  9. Bazı araştırmalar, çocukluk arkadaşlıklarının yetişkinlikteki arkadaşlık ilişkilerini etkilediğini göstermektedir. Çocukluk döneminde oluşan arkadaşlıklar, uzun vadeli bağlantıları şekillendirebilir.

Bu bulgular, arkadaşlık olgusunun karmaşıklığını ve farklı boyutlarını vurgular. Her arkadaşlık farklıdır ve kişisel faktörler, deneyimler ve çevresel etmenler, bir kişinin kimlerle arkadaşlık kuracağını etkiler. Ancak bu araştırmalar, insanların arkadaşlık ilişkilerinin yaşamlarını önemli ölçüde etkilediğini ve insanlar arası ilişkilerin karmaşıklığını daha iyi anlamamıza yardımcı olur.

Arkadaşlığın yararları ve dezavantajları da dikkate alınmalıdır:

  1. Arkadaşlar, duygusal destek sunarak insanların stresle başa çıkmasına yardımcı olabilirler. Zor zamanlarda insanların yanında olmaları, duygusal yükü hafifletir.
  2. Arkadaşlık, insanların sosyal bağlarını güçlendirir. Bu, insanların yalnızlık hissini azaltır ve kendilerini daha ait hissetmelerini sağlar.
  1. Arkadaşlar, insanların özsaygılarını artırabilir ve kendine güvenlerini yükseltebilirler. Olumlu arkadaşlık ilişkileri, kişinin kendini daha değerli hissetmesine yardımcı olabilir.
  2. Arkadaşlarla geçirilen zaman, paylaşılan deneyimlerle doludur. Bu deneyimler, yaşamı daha zengin ve anlamlı hale getirir.
  3. Arkadaşlar, sosyal becerilerin geliştirilmesine yardımcı olabilirler. İnsanlar, arkadaşlarının yanında iletişim becerilerini ve empatiyi geliştirme fırsatı bulurlar.

İyi seçilmiş arkadaşlar, yaşam kalitesini artırabilirken, zararlı arkadaşlıklardan uzak durmak önemlidir.

  1. Bazı insanlar, olumsuz arkadaşlık ilişkileriyle karşılaşabilirler. Bu ilişkiler, kişinin duygusal olarak kötü etkilenmesine ve stres yaşamasına neden olabilir.
  2. Arkadaş grupları, bazen sosyal baskıya neden olabilir. Bu, kişinin grup normlarına uymak zorunda hissetmesine ve kendi değerlerinden ödün vermesine yol açabilir.
  3. Bazı insanlar, arkadaşlıklara aşırı derecede bağımlı hale gelebilirler. Bu, kişinin kendi hayatını kontrol edememesine neden olabilir.
  4. Arkadaşlarla geçirilen zaman, bazen diğer önemli işlere harcanması gereken zamanı azaltabilir. Bu, dengesiz zaman yönetimine yol açabilir.

Olumsuz arkadaşlık ilişkileri ve bu ilişkilerin yarattığı duygusal stres, bireyler için gerçek bir zorluk olabilir. İşte bu tür sorunlarla başa çıkmak için psikolog olarak önerdiğim bazı adımlar:

  1. İlk adım, bu olumsuz arkadaşlık ilişkilerini tanımak ve onların sizin üzerinizdeki etkilerini anlamaktır. Kendinize şu soruları sorun: Bu ilişkiler beni nasıl etkiliyor? Duygusal olarak nasıl hissediyorum?
  2. Kendi sınırlarınızı ve değerlerinizi tanımlayın. Bu sınırları arkadaşlarınıza açıkça ifade edin ve bu sınırlara saygı göstermelerini isteyin. Sizden ödün vermeye veya istemediğiniz bir şeyi yapmaya zorlanmamalısınız.
  3. Bu tür zorlu arkadaşlık ilişkileriyle başa çıkmak için profesyonel yardım almayı düşünün. Bir psikolog ya da psikiyatrist, size duygusal destek sağlayabilir ve bu ilişkilerle başa çıkma konusunda size rehberlik edebilir.
  4. Olumsuz arkadaşlık ilişkilerinin yerine daha sağlıklı, destekleyici arkadaşlıklar kurmaya çalışın. İnsanlarla benzer ilgi alanlarına sahip olduğunuz gruplara katılın veya hobilerinizi paylaşabileceğiniz arkadaşlar edinin.
  5. Kendinizi geliştirme ve özsaygınızı artırma yollarını araştırın. Kendinizi daha iyi tanıdıkça, sağlıklı arkadaşlık ilişkilerini daha iyi seçebilir ve sizi kötü etkileyen ilişkilere daha az ihtiyaç duyarsınız.
  6. Arkadaşlarınızla geçirdiğiniz zamanı, diğer önemli işlerle dengelemeye çalışın. Bir zaman çizelgesi oluşturarak, iş, aile, kişisel bakım ve arkadaşlık gibi farklı alanlara dengeli zaman ayırın.
  7. Kendinize iyi bakmak, duygusal dayanıklılığınızı artırabilir. Sağlıklı bir yaşam tarzı benimseyin, düzenli egzersiz yapın, dengeli beslenin ve yeterince uyuyun.
  8. Kendinizi eleştirmek yerine kendinizi kabul edin. Herkes hatalar yapabilir ve olumsuz ilişkilere düşebilir. Önemli olan, bu deneyimlerden öğrenmek ve kendinizi geliştirmektir.
  9. Aile üyeleri, diğer arkadaşlar veya topluluk destek grupları gibi destek ağlarından faydalanın. Sizi destekleyen insanlarla vakit geçirmek, olumsuz arkadaşlık ilişkilerinin oluşturduğu stresi azaltabilir.

Herkesin yaşamı boyunca olumsuz arkadaşlık ilişkileriyle karşılaşabileceğini unutmayın. Bu deneyimlerden öğrenmek ve kendinizi güçlendirmek önemlidir. Eğer bu ilişkiler sizin için gerçek bir sıkıntı haline gelirse, profesyonel yardım almak her zaman iyi bir seçenek olabilir.











Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan