ZAMANLA OLAN İLİŞKİNİZ NASIL?

Klinik psikolog perspektifinden insan ilişkileri ve zaman üzerine bir içsel yolculuk

Zaman soyut bir kavram gibi görünse de ruhsal sağlığımızın somut bir belirleyicisidir. Terapi odasında en çok konuşulan konuların başında “geçmiş zamanın yükü”, “geleceğe dair kaygı” ve “bugünü kaçırma korkusu” gelir.

Peki siz zamanla nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?

Zamanı kiminle ve nasıl geçirdiğiniz, psikolojik iyi oluşunuzu, yaşam doyumunuzu ve ilişkisel sağlığınızı doğrudan etkiler.

Elbette, bilimsel literatürde “hangi yaşta kimle ne kadar zaman geçirdiğimiz” konusu üzerine dayalı bulguları sizin için toparladım. İşte farklı yaş gruplarında zaman kullanımının nasıl dağıldığına dair deneysel analizler:


Yaşa Göre Kimlerle Ne Kadar Zaman Geçiriyoruz?

Gençlik ve Ergenlik (örneğin, 15 yaş)

  • Ergenler, zamanlarının büyük bir bölümünü arkadaşlarla geçiriyor.
  • Visual Capitalist’in verilerine göre 15 yaşındakiler günde ortalama 267 dakika aile ile, 193 dakika yalnız109 dakika arkadaşlarla geçiriyorlar. (Visual Capitalist)
  • Ayrıca ergenlik döneminde arkadaşlara ayrılan süre, ebeveynlere göre fazladır; arkadaş grupları hem sosyal hem kimliğe dair gelişimlerde merkezi rol oynar.

Genç Yetişkinlik (örneğin, 25 yaş)

  • 25 yaş grubunda günlük zaman dağılımı şöyle: 275 dakika yalnız199 dakika iş arkadaşlarıyla geçiyor. (World Economic Forum)
  • Bu dönemde, arkadaşlara ayrılan süre aileye ayrılan süreden azdır; iş, öne geçmektedir.

Orta Yaş (örneğin, 35 yaş)

  • 35 yaşında, kişi hala en çok yalnız vakit geçiriyor (263 dakika günlük ortalama), ama partner ve çocuklarla birlikte geçirilen zaman toplamı yaklaşık 450 dakika (7,5 saat) düzeyine çıkıyor. (World Economic Forum)

Orta Yaş ve Sonrası (40–60 yaş)

  • Bu dönemde zaman genellikle aile (partner ve çocuklar) ile, iş arkadaşlarıyla ve yalnız olarak harcanır. (World Economic Forum)
  • İşten uzaklaşıldıkça, yalnız geçirilen süre artar; özellikle 60 yaş ve üzerine çıktıkça bu eğilim net şekilde görülür. (World Economic Forum)

Yaşlandıkça Yalnızlık ve Sosyal Çevrede Değişim

  • 60 yaşından sonra iş arkadaşlarıyla geçirilen zaman ciddi şekilde azalır; bu zaman genelde partner veya yalnız olarak geçer. (World Economic Forum)
  • Sosyal çevre daralır; 40 yaş ve sonrasında yalnız geçirilen zaman giderek artar. (HabertürkWorld Economic Forum)
  • Yakın arkadaşlarla geçirilen ortalama süre de 2014–2019 yılları arasında azalmıştır (haftalık yaklaşık 6,5 saatten 4 saate) (The Leadership & Happiness Laboratory) ve günlük arkadaşlarla geçirilen süre 2023 itibarıyla ortalama 26 dakika olarak belirlenmiştir (The Washington Post).

Aile: Köklerle Bağ Kurmak, Kaynakla Temas Etmek

Çocuklukta ailenin merkezindeyiz. Onlar bizim ilk bağ kurduğumuz, temel güven duygusunun yeşerdiği kişiler. Ancak yetişkinliğe geçişle birlikte bu bağ zaman içinde zayıflar; sıklıkla da farkında olmadan…

Oysa güvenli bağlanma, yalnızca çocuklukta değil, yetişkinlikte de psikolojik sağlamlık için vazgeçilmezdir. Ailemizle olan ilişkiyi canlı tutmak, ruhsal zeminin güçlenmesine katkı sağlar. Her ne kadar ilişkiler karmaşık olsa da, köklerle temas iyileştirici olabilir.

🧭 Bu hafta ebeveynlerinizi veya bir aile bireyinizi aramaya ne dersiniz? Onlarla sadece gündemden değil, geçmişten konuşmak, eski bir anınızı paylaşmak hem duygusal bağ kurmanızı sağlayacak hem de kimlik sürekliliğinizi besleyecektir.


Arkadaşlık: Ruhsal Yalnızlığa Karşı Panzehir

Terapiye gelen pek çok kişinin ortak teması, “anlaşılamamak” ve “yalnız hissetmek”tir. Oysa sağlıklı, derin ve güvenli arkadaşlık ilişkileri bu duyguların en doğal ilacıdır.

Genç yaşta sosyal çevre geniştir; ama yaş ilerledikçe nicelik azalır, nitelik önem kazanır. Bu nedenle dostluklarda derinliği, yüzeyselliğe tercih etmek uzun vadede ruhsal doyumu artırır.

🧭 Bu hafta “duygusal güvenli alan” hissettiğiniz bir arkadaşınıza ulaşmaya ne dersiniz? Ona sizin için neden önemli olduğunu söylemek (duygusal açıklık) bağ gücünü artırır.


Partner: Aynada Kendini Görmek

Bir partnerle kurulan ilişki, bireyin ruhsal yapısına dair en çok yansıma üreten alandır. Partneriniz sizinle değil, sizin yansımanızla da konuşur. Bu yüzden bu ilişki, hem en çok şifa hem de en çok tetiklenme potansiyeli taşır.

Uzun süreli bir ilişki; sadece romantik bağ değil, aynı zamanda bir psikolojik eşlik biçimidir. Sessizliği birlikte taşıyabildiğiniz, çatışmaları güvenle çözümleyebildiğiniz bir ilişki, ruhsal iyileşmenin zeminini oluşturur.

🧭 Partnerinize her gün bir küçük minnet cümlesi söyleyin. Takdir edilen kişi daha çok verir. Verilen kişi de görülmüş hisseder. İlişkiler “fark edilme”yle büyür.


Çocuklar: An’da Kalmanın Ustaları

Çocuklar; bugünde yaşar, merak eder, duyguyu sansürlemeden gösterir. Onlarla geçirilen zaman sadece ebeveynlik görevi değil, aslında yetişkinin ruhuna temas eden bir farkındalık pratiğidir.

Ancak ebeveynlik, modern dünyada çoğu zaman “yeterince iyi anne/baba olamıyorum” suçluluğuna dönüşür. Oysa çocuklar için en önemli şey; mükemmel değil, gerçekten orada olan bir ebeveyndir.

🧭 Bu hafta her gün 30 dakikanızı tamamen çocuğunuza ayırın. Göz teması kurarak, onun oyununa eşlik ederek, yargılamadan sadece “orada olarak”. Bu varlık hali, hem çocuğun bağlanmasını hem sizin ebeveynliğinizi onarır.


İş Arkadaşları: Duygusal İklimi Belirleyenler

Çalışma ortamı, hayatımızın ciddi bir kısmını kapsar. Günün büyük bölümü birlikte geçtiği için iş arkadaşlarıyla olan ilişki, ruh halinizi doğrudan etkiler. İş yerindeki duygusal iklim, sadece üretkenliği değil, anksiyete, tükenmişlik ve depresyon belirtilerini de etkiler.

Seçme şansınız varsa; sadece işin içeriğine değil, birlikte çalıştığınız insanların psikolojik etkisine de dikkat edin.

🧭 Bu hafta kendinize şu soruyu sorun: Bu insanlarla geçirdiğim zaman bana nasıl hissettiriyor? Zihinsel yorgunluğunuzun kaynağını sadece “iş yükü” değil, “duygusal yük” de olabilir.


Yalnızlık: Kendinle Kalabilme Becerisi

Modern insan, yalnızlıktan kaçma ustasıdır. Oysa terapi odasında en çok ihtiyaç duyulan şey, “kendiyle kalabilme becerisi”dir. Çünkü kendiyle kalamayan, gerçek bir başkasıyla da bağ kuramaz.

Yalnız zaman, psikolojik büyüme için verimli bir topraktır. Ancak bu yalnızlık, izole edici değil, besleyici olmalıdır. Farkındalıkla geçirilen yalnızlık anları, kişinin iç sesini duyduğu anlardır.

🧭 Günde 15 dakika hiçbir şey yapmadan oturun. Sadece nefes alın. Zihninizin neler söylediğini duyun. Kendinizle tanışmak için hiçbir araca ihtiyacınız yok.


Tüm Bu Zaman Haritasından Çıkan 6 Psikolojik Gerçek

  1. Aile ile bağ iyileştiricidir – ilişkinin mümkün olan kısmını onarın.
  2. Gerçek dostluk ruhu besler – kalabalıktan çok samimiyeti seçin.
  3. Partner ilişkisi aynadır – hem şifa hem çalışma alanıdır.
  4. Çocuklar sizi bugüne çeker – hazır ve duyarlı olun.
  5. İş ortamı duygusal yük taşır – fark edin ve düzenleyin.
  6. Yalnızlık gelişim alanıdır – kaçmayın, kucaklayın.

“İnsanın tüm sorunları, tek başına bir odada sessizce oturamamasından kaynaklanır.”
– Blaise Pascal

Zaman akıp gider. Ama onu nasıl yaşadığımız, kimlerle paylaştığımız ve hangi duygularla hatırlayacağımız bizim elimizde.

Bugün, bu yazıyı bitirdiğinizde durun. Derin bir nefes alın. Belki birini arayın. Belki sadece kendinizi dinleyin. Zamanı yaşanabilir kılan şey, onunla kurduğunuz bilinçli ilişkidir.










Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

BİR ÇOCUĞA HASTALIĞI ANLATMAK

Bir çocuğa sevdikleri birinin hastalığını (kanser teşhisi gibi) anlatmak, birçok ebeveyn için zorlayıcı olabilir. Çocuğu koruma isteğiyle bu bilgiyi saklamayı düşünebilirsiniz; ancak çocuklar etrafındaki değişiklikleri fark eder. Bu durumda, çocuklar hayal güçlerini kullanarak eksik bilgileri doldurabilir ve bu da daha fazla korku ve kaygıya yol açabilir. Çocuğa doğru bilgiyi açıkça vermek, güven ve aidiyet hislerinin gelişmesini destekleyecektir.

Konuşmaya Hazırlanın

Çocuğunuzla konuşmadan önce, ne söyleyeceğinizi planlayın. Bu konuşmayı yaparken sakin bir ortamda olmayı tercih edin. Çocuğa yaşına uygun açıklamalar yaparak sorularını yanıtlayın. Çocuğunuzun öğretmeni veya yakın çevresiyle de iletişimde olmak, onun daha iyi destek almasını sağlar.

Yaşlarına uygun kelimeler ve fikirler kullanarak, onların anlama seviyesine göre bilgi verin. Çocukların soruları, onların ne kadar bilgi almak istediklerini gösterir. Çoğunlukla, yetişkinler gibi, yeterince bilgi aldıklarında dinlemeyi bırakırlar. Çocukları korkuları ve kaygıları hakkında konuşmaya teşvik edin. Kanserin bulaşıcı olmadığını ve hastalığa dair yanlış anlaşılmaları ortadan kaldıran bilgiler verin. Aynı bilgileri birden fazla kez vermeniz gerekebilir.

Bazen, çocukların sizinle konuşmaktansa başka bir yetişkinle konuşmasının daha uygun olduğunu düşünebilirsiniz. Bir ruh sağlığı uzmanı, başka bir yetişkinin bu konuşmayı yapmasının gerekip gerekmediğine karar vermenize yardımcı olabilir. 

Çocuklarınızın size yardım etmesine izin verin. Küçük çocuklar geçmiş olsun kartları yapabilir veya bir çiçek getirebilir. Daha büyük çocuklar kitap okuyabilir veya bazı ev işlerinde yardımcı olabilir. Her yaş grubundan çocuklar size eşlik edebilir ya da sizinle kısa bir yürüyüşe çıkabilir. 

Onları ne kadar sevdiğinizi hatırlatarak başlayabilirsiniz. Yorgun veya gergin hissetseniz bile onları sevdiğinizi ve her zaman seveceğinizi bilmelerini sağlayın. Onlarla ne kadar gurur duyduğunuzu anlatın. Hasta olmanızın onların suçu olmadığını da vurgulayın.

0-3 Yaş

Bu yaş grubundaki çocuklar hastalığı anlamaz ancak çevrelerindeki değişiklikleri ve duygusal tepkileri fark ederler. Rutin değişiklikleri, uyku ve yeme düzenlerinde bozulmalar yaratabilir. Bu durumda, çocuk fiziksel ve sözlü güvenceye ihtiyaç duyabilir.

4-6 Yaş

Bu yaş grubundaki çocuklar hastalığı anlamaya başlar ama kanser gibi ciddi hastalıkların ne anlama geldiğini kavrayamaz. Kendi veya sevdikleri birinin hastalığa neden olmadığı konusunda onları rahatlatın. Günlük rutin değişikliklerini önceden açıklamak, çocukların belirsizlik korkusunu azaltır.

7-12 Yaş

Bu yaş grubu hastalıklar hakkında daha fazla bilgiye sahip olabilir. Çocuğun okulda veya arkadaş çevresinden duyduğu yanlış bilgileri düzeltin ve ona kanserin bulaşıcı olmadığını açıklayın. Sevdiklerinin geçirebileceği fiziksel değişimleri önceden anlatarak, hazırlıklı olmalarını sağlayabilirsiniz. Çocuğun duygularını gizlemesi durumunda depresyon belirtilerine dikkat edin.

13-18 Yaş

Ergenler, hastalıkların ne olduğunu anlayabilir ve bazen sevdiklerine yardım etmek isteyebilirler. Ancak bu sorumluluğu fazlaca üstlenmemelerine dikkat edin. Ayrıca, bu yaş grubundaki gençler bağımsızlık arayışı içinde oldukları için duygularını paylaşmakta zorlanabilirler. Kızgınlık, riskli davranışlar veya içe kapanma gibi tepkiler görülebilir. Duygu durumlarını takip edin ve okul danışmanlarından destek almaktan çekinmeyin.

Her çocuğun bu süreçte bireysel bir tepki verebileceğini unutmayın ve gerektiğinde sağlık profesyonelleri ile iletişime geçerek ek destek alın. Çocuğunuzun yaşına ve duygusal ihtiyacına uygun bir şekilde bilgi paylaşmak, bu zorlu süreci daha sağlıklı bir şekilde aşmanıza yardımcı olacaktır.

Yetişkin Çocuklarla Konuşmak

Yetişkin çocuklarınız ya da torunlarınızla ilişkiniz, kanser teşhisinizle birlikte değişebilir. Onlara duygusal destek ya da fiziksel bakım için başvurmanız gerekebilir. Ancak onları üzmek ya da günlük yaşamlarını zorlaştırmak istemediğiniz için teşhisi paylaşmaktan çekinebilirsiniz. Yine de, yakın aile üyelerinin durumunuzdan haberdar olması önemlidir.

  • Özel bir yerde konuşmayı tercih edin.
  • Kimsenin acele etmediği bir zamanı seçin ve tüm söylemek istediklerinizi rahatça ifade edin.
  • Hazır hissettiğinizde sahip olduğunuz bilgileri onlarla paylaşın.
  • Duygularınız hakkında dürüst olun.
  • Size destek olabilecek durumdalarsa, yardımlarını sunmalarına izin verin. Yardım için başka kimseye başvuramayacağınız durumları da açıkça ifade edin.
  • İleriye dönük sağlık bakımınızla ilgili kararları onlara bırakmayı planlıyorsanız, bunu da onlarla paylaşın.

Bu tür bilgiler, özellikle yakın aile üyeleri için yeni ve zorlayıcı olabilir. Beklediğinizin dışında bir tepki verebilirler; durumu kendi hızlarında ve kendi yöntemleriyle kabullenmeleri için onlara zaman tanıyın.

Desteğe ihtiyacınız olduğunda size destek sağlamak için buradayım…








Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

ÇOCUK VE ERGENLERDE ÖLÜM KORKUSU

Çocuklarda ve Ergenlerde Ölüm Fobisi (Tanatofobi) ve Ölüm Kaygısı: Nedenleri, Belirtileri ve Başa Çıkma Yöntemleri

Ölüm fobisi (tanatofobi) veya ölüm kaygısı, çocuklar ve ergenlerde sıkça görülen ancak genellikle göz ardı edilen bir durumdur. Bu kaygı, özellikle ergenlik döneminde kimlik arayışı ve varoluşsal sorgulamalarla birlikte daha belirgin hale gelebilir. Ölüm korkusu, çocuk ve ergenlerin günlük yaşamını, akademik performansını ve sosyal ilişkilerini olumsuz etkileyebilir. Bu yazıda, ölüm kaygısının nedenleri, kendini nasıl gösterdiği, ebeveynlere öneriler ve terapi süreçleri hakkında detaylı bilgiler bulacaksınız.


Ölüm Kaygısının Nedenleri

Gelişimsel Faktörler:

  • Çocuklar ve ergenler, özellikle 5-7 yaşları arasında ölüm kavramını anlamaya başlar. Bu dönemde ölümün geri dönülemez olduğunu fark ederler ve bu durum kaygıya neden olabilir.
  • Ergenlik döneminde ise soyut düşünme yeteneği gelişir. Bu, ölüm gibi soyut kavramlar üzerinde daha fazla düşünmelerine ve kaygılanmalarına yol açabilir.

Travmatik Deneyimler:

  • Ailede veya yakın çevrede bir kayıp yaşanması, çocuk ve ergenlerde ölüm kaygısını tetikleyebilir. Özellikle ebeveyn kaybı, bu durumu daha da derinleştirebilir.
  • Medyada ölümle ilgili haberler, filmler veya diziler de çocukların ölüm korkusunu artırabilir.

Varoluşsal Kaygı:

  • Ergenler, kimlik arayışı sürecinde varoluşsal sorgulamalara girer. “Ben kimim?”, “Hayatın anlamı nedir?”, “Ölümden sonra ne olacak?” gibi sorular, ölüm kaygısını tetikleyebilir.

Ailevi ve Kültürel Etkiler:

  • Aile içinde ölümle ilgili konuşmaların yasaklanması veya ölümün tabu olarak görülmesi, çocukların bu konuda kaygı geliştirmesine neden olabilir.
  • Bazı kültürlerde ölümle ilgili korkutucu hikayeler veya inanışlar, çocukların ölüm korkusunu pekiştirebilir.

Psikolojik Faktörler:

  • Düşük benlik saygısı, kaygı bozuklukları veya depresyon gibi psikolojik sorunlar, ölüm kaygısını artırabilir.
  • Obsesif-kompulsif bozukluk (OKB) gibi durumlarda, ölümle ilgili takıntılı düşünceler sıkça görülebilir.

Ölüm Kaygısının Kendini Gösterme Biçimleri

Duygusal Belirtiler:

  • Sürekli ölümle ilgili düşünceler.
  • Ölüm hakkında konuşmaktan kaçınma veya aşırı ilgi gösterme.
  • Ölümle ilgili kabuslar veya uyku bozuklukları.
  • Sevdiklerini kaybetme korkusu.

Davranışsal Belirtiler:

  • Ölümle ilgili konulardan kaçınma (örneğin, cenaze törenlerine katılmak istememe).
  • Sürekli güvence arama davranışları (“Sen ölmeyeceksin, değil mi?”).
  • Ölümle ilgili takıntılı davranışlar (örneğin, sürekli ölümle ilgili kitaplar okuma).

Fiziksel Belirtiler:

  • Kaygıya bağlı mide bulantısı, baş ağrısı veya kalp çarpıntısı.
  • Uyku bozuklukları veya iştah değişiklikleri.

Ebeveynlere Öneriler

Açık ve Dürüst İletişim:

  • Çocuğunuzun ölümle ilgili sorularını geçiştirmeyin. Yaşına uygun bir dil kullanarak dürüstçe cevaplayın.
  • Ölümü bir tabu olarak değil, hayatın doğal bir parçası olarak anlatın.

Güven Verici Olun:

  • Çocuğunuza sevgi ve güven verin. “Seni her zaman koruyacağım” gibi ifadeler, çocuğun kaygısını azaltabilir.
  • Ölümle ilgili korkularını küçümsemeyin veya yargılamayın.

Rutinleri Koruyun:

  • Çocuğun günlük rutinlerini korumak, ona güven ve istikrar hissi verir. Bu, kaygıyı azaltmaya yardımcı olabilir.

Sosyal Destek Sağlayın:

  • Çocuğunuzun arkadaşlarıyla vakit geçirmesini teşvik edin. Sosyal aktiviteler, kaygıyı hafifletebilir.
  • Aile içinde birlikte vakit geçirin ve çocuğunuzun duygularını ifade etmesine olanak tanıyın.

Profesyonel Destek Almaktan Çekinmeyin:

  • Çocuğunuzun ölüm kaygısı günlük hayatını etkiliyorsa, bir çocuk psikoloğu veya psikiyatristinden destek alın.

Terapi Süreçleri ve İşe Yarar Mı?

Ölüm kaygısı, özellikle çocuk ve ergenlerde terapiyle başarılı bir şekilde yönetilebilir. İşte terapide kullanılan yöntemler:

Bilişsel Davranışçı Terapi (CBT): CBT, ölümle ilgili olumsuz düşünceleri değiştirmeye odaklanır. Örneğin, “Ölüm korkutucudur” gibi düşünceler yerine, “Ölüm hayatın bir parçasıdır” gibi daha gerçekçi düşünceler geliştirilir.

Varoluşçu Terapi: Bu terapi yöntemi, ergenlerin varoluşsal kaygılarını anlamalarına ve hayatın anlamını keşfetmelerine yardımcı olur.

Oyun Terapisi (Çocuklar İçin): Özellikle küçük çocuklar için oyun terapisi, ölümle ilgili korkularını ifade etmelerine yardımcı olabilir.

Aile Terapisi: Aile içindeki iletişimi güçlendirmek ve ölümle ilgili konuları açıkça konuşmak, çocuğun kaygısını azaltabilir.


Değerlendirme Araçları

Ölüm kaygısını değerlendirmek için kullanılan bazı psikolojik ölçekler ve yöntemler şunlardır:

Ölüm Kaygısı Ölçeği (Death Anxiety Scale)
Bu ölçek, ölümle ilgili korku ve kaygı düzeyini değerlendirir. Örnek sorular:

  • “Ölüm hakkında düşünmek beni endişelendirir.”
  • “Öldükten sonra ne olacağını bilmemek beni korkutur.”

Collett-Lester Fear of Death Scale
Bu ölçek, ölüm korkusunu farklı boyutlarda (kendi ölümü, başkalarının ölümü vb.) değerlendirir.

Projektif Testler
Rorschach Mürekkep Lekesi Testi veya Tematik Algı Testi (TAT), ergenin bilinçaltındaki korkularını ortaya çıkarabilir.

Klinik Görüşme
Bir uzman tarafından yapılan klinik görüşme, ergenin ölüm kaygısını anlamak için en etkili yöntemlerden biridir.


Ölüm kaygısı, çocuk ve ergenlerde doğal bir duygu olabilir, ancak bu kaygı günlük hayatlarını etkiliyorsa dikkate alınmalıdır. Ebeveynler, çocuklarının duygularını anlamalı ve onlara güven verici bir ortam sunmalıdır. Terapi süreçleri, özellikle bilişsel davranışçı terapi ve varoluşçu terapi, bu kaygıyı yönetmede oldukça etkilidir. Unutmayın, ölüm kaygısıyla başa çıkmak, çocuk ve ergenlerin sağlıklı bir şekilde büyümesine ve hayatın anlamını keşfetmesine yardımcı olabilir.

Kaynakça
Templer, D. I. (1970). The construction and validation of a Death Anxiety Scale.
Collett, L. J., & Lester, D. (1969). The fear of death and the fear of dying.
Adolescent Death Anxiety Scale (ADAS).





Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

EBEVEYNLERE NOTLAR

Ebeveyn Rehberliği

Ebeveynlik, insan hayatının en önemli ve en zorlu rollerinden biridir. Bu süreçte ebeveynler, çocuklarının fiziksel, duygusal ve sosyal gelişimlerini desteklemek için birçok zorlukla karşı karşıya kalır.

Eleştirel Ebeveynlik ve Duygusal İhtiyaçlar

Eleştirel ebeveynlik, çocuğun kendini değersiz hissetmesine ve özgüven eksikliği yaşamasına yol açabilir.

Psikolog Dr. Carl Rogers, koşulsuz kabul ve empatinin çocukların sağlıklı bir benlik algısı geliştirmesi için kritik olduğunu vurgular. Ebeveynler, çocuklarının hatalarını düzeltmek yerine, onların duygularını anlamaya ve kabul etmeye odaklanmalıdır.

Terapide, eleştirel ebeveynlik davranışlarının altında yatan nedenler (örneğin, ebeveynin kendi kaygıları veya kusurluluk duyguları) araştırılır. Ebeveynler, çocuklarına daha şefkatli ve destekleyici bir yaklaşım benimsemeleri için yönlendirilir.

Şemalar ve Epigenetik Kodlar

Şemalar, hem mizacımızın hem de yaşantılarımızın birleşiminden oluşur. Örneğin, bir çocuğun sürekli eleştirilmesi, duygusal yoksunluk veya kusurluluk şemalarının gelişmesine neden olabilir. Bu şemalar, çocuğun yetişkinlik döneminde de etkili olabilir ve ilişkilerini olumsuz etkileyebilir.

Psikolog Jeffrey Young, şema terapisinde, erken dönem yaşantıların bireyin hayatı boyunca nasıl etkili olduğunu inceler. Şemaların değiştirilebilir olduğunu ve terapötik müdahalelerle dönüştürülebileceğini savunur.

Terapide, çocukluk döneminde oluşan şemalar tanımlanır ve bu şemaların yetişkinlikteki etkileri incelenir. Ebeveynler, çocuklarının şemalarını besleyen davranışlardan kaçınmaları için bilinçlendirilir.

Hayat Dersleri ve Öğrenme Yolları

İnsanlar hayat derslerini dört farklı yolla öğrenirler: kendi hatalarını yaşayarak, başkalarının hatalarını gözlemleyerek, kitaplardan veya diğer kaynaklardan okuyarak ve nasihat yoluyla. Ebeveynler, çocuklarının hatalarını önlemek için sık sık nasihat yolunu tercih ederler. Ancak, nasihat ederken neden-sonuç ilişkisini kurmak önemlidir.

Eğitimci Maria Montessori, çocukların kendi deneyimleriyle öğrenmelerinin önemini vurgular. Ebeveynler, çocuklarının hatalarını düzeltmek yerine, onlara rehberlik etmeli ve öğrenme sürecini desteklemelidir.

Terapide, ebeveynlerin çocuklarına nasıl daha etkili bir şekilde rehberlik edebilecekleri üzerinde çalışılır. Nasihat etmek yerine, çocukların kendi deneyimlerini yaşamalarına izin vermenin önemi vurgulanır.

Anne ve Baba ile Güvenli Bağlanma

Aile ile güvenli bağlanma, çocukların sosyal iletişim becerilerini artırır, davranış problemlerini azaltır ve duygusal özdenetimlerini geliştirir. Sağlıklı bağlanma, sadece geçirilen zamanın süresi ile değil, içerikle de ilişkilidir.

Psikolog John Bowlby, bağlanma teorisinde, çocukların güvenli bir bağlanma geliştirmelerinin, yetişkinlikteki ilişkilerini ve duygusal sağlıklarını etkilediğini belirtir. Güvenli bağlanma, çocuğun kendini değerli hissetmesini ve çevresine güvenmesini sağlar.

Terapide, baba ile çocuk/anne ile çocuk arasındaki bağlanma dinamikleri incelenir. Bakım verenler çocuğun duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik davranışlar geliştirmesi için desteklenir.

Okulun İlk Günü Kaygı Yönetimi

Okulun ilk günü, hem çocuklar hem de ebeveynler için kaygı verici olabilir. Çocuklar, kaygılarını yetişkinler gibi ifade edemeyebilirler. Bu nedenle, ebeveynlerin çocuklarının duygularını anlamaları ve onları rahatlatmaları önemlidir.

Psikolog Dr. Stanley Greenspan, çocukların duygularını anlamaları ve ifade etmeleri için ebeveynlerin onlarla empati kurmalarını önerir. Duyguları isimlendirmek ve kabul etmek, çocukların kaygılarını azaltmalarına yardımcı olur.

Terapide, ebeveynlerin çocuklarının kaygılarını nasıl yönetebilecekleri üzerinde çalışılır. Çocukların duygularını ifade etmeleri için güvenli bir ortam yaratmanın önemi vurgulanır.


Çocuklarda Duygusal Zeka Gelişimi

Duygusal zeka (EQ), çocukların kendi duygularını anlama, yönetme ve başkalarının duygularını empati ile anlama becerisidir. Duygusal zekası yüksek çocuklar, ilişkilerde daha başarılı, stresle başa çıkma konusunda daha yetenekli ve akademik hayatta daha motive olurlar.

  • Çocuğunuzun duygularını isimlendirmesine yardımcı olun. Örneğin, “Şu an kızgın görünüyorsun, bunun nedeni nedir?” gibi sorular sorun.
  • Duygularını ifade etmesi için onu teşvik edin. Örneğin, “Bugün okulda neler hissettin?” diye sorarak duygularını paylaşmasını sağlayın.
  • Kendi duygularınızı da açıkça ifade ederek model olun. Örneğin, “Bugün işte biraz stresliydim, bu yüzden biraz yürüyüş yaptım ve kendimi daha iyi hissettim” gibi cümleler kurun.

Çocuklarda Özgüven Gelişimi

Özgüven, çocukların kendilerini değerli hissetmeleri ve yeteneklerine güvenmeleri anlamına gelir. Özgüveni yüksek çocuklar, yeni deneyimlere açıktır ve zorluklarla başa çıkma konusunda daha dirençlidir.

  • Çocuğunuzun başarılarını takdir edin, ancak abartılı övgülerden kaçının. Örneğin, “Bu resmi yaparken çok çaba harcadığını gördüm, gerçekten harika olmuş” gibi spesifik geri bildirimler verin.
  • Hata yapmalarına izin verin ve hatalarını bir öğrenme fırsatı olarak görün. Örneğin, “Bu sefer olmadı, bir dahaki sefere nasıl daha iyi yapabileceğini düşünüyorsun?” diye sorun.
  • Çocuğunuzun ilgi alanlarını keşfetmesine ve bu alanlarda kendini geliştirmesine destek olun.

Çocuklarda Sınır Koyma ve Disiplin

Sınır koyma, çocukların güvende hissetmelerini sağlar ve davranışlarını düzenlemelerine yardımcı olur. Ancak, disiplin ceza odaklı değil, öğretici olmalıdır.

  • Kuralları net bir şekilde belirleyin ve nedenlerini açıklayın. Örneğin, “Yemekten önce şeker yememeliyiz çünkü bu iştahımızı kapatır ve sağlıklı beslenmemizi engeller” gibi açıklamalar yapın.
  • Tutarlı olun. Kuralların her zaman ve her yerde geçerli olduğunu gösterin.
  • Olumlu davranışları ödüllendirin. Örneğin, “Bugün oyuncaklarını topladığın için teşekkür ederim, bu gerçekten sorumluluk sahibi bir davranış” gibi ifadeler kullanın.

Çocuklarda Teknoloji Kullanımı ve Dijital Denge

Teknoloji, çocukların hayatının önemli bir parçası haline geldi. Ancak, teknolojinin aşırı kullanımı, çocukların sosyal, duygusal ve fiziksel gelişimini olumsuz etkileyebilir.

  • Teknoloji kullanımı için sınırlar belirleyin. Örneğin, günde 1-2 saatten fazla ekran süresi olmamasına dikkat edin.
  • Teknolojiyi bir ödül veya ceza aracı olarak kullanmayın. Örneğin, “Ödevini bitirirsen tablet kullanabilirsin” gibi yaklaşımlardan kaçının.
  • Çocuğunuzla birlikte kaliteli içerikler seçin ve teknolojiyi bir öğrenme aracı olarak kullanın. Örneğin, eğitici oyunlar veya belgeseller izlemek gibi.

Kardeş Kıskançlığı ve Rekabet

Kardeşler arasındaki kıskançlık ve rekabet, doğal bir süreçtir. Ancak, bu durum ebeveynlerin doğru yaklaşımı ile yönetilebilir.

  • Her çocuğa bireysel zaman ayırın. Örneğin, her çocukla ayrı ayrı ilgilenerek kendilerini özel hissetmelerini sağlayın.
  • Kıyaslama yapmaktan kaçının. Örneğin, “Abin senden daha iyi yapıyor” gibi cümleler kurmayın.
  • Kardeşler arasındaki çatışmalarda taraf olmayın. Onlara sorunlarını kendi aralarında çözmeleri için fırsat verin.

Çocuklarda Özerklik ve Sorumluluk Bilinci

Çocukların özerklik kazanmaları ve sorumluluk almaları, onların özgüvenlerini ve bağımsızlıklarını geliştirir.

  • Küçük yaşlardan itibaren sorumluluklar verin. Örneğin, oyuncaklarını toplamak, masayı kurmaya yardım etmek gibi.
  • Karar verme süreçlerine dahil edin. Örneğin, “Bugün hangi kıyafeti giymek istersin?” gibi seçenekler sunun.
  • Hatalarını düzeltmek yerine, çözüm bulmaları için onları teşvik edin. Örneğin, “Bu problemi nasıl çözebiliriz?” diye sorun.

Çocuklarda Uyku Düzeni ve Uyku Hijyeni

Uyku, çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimi için kritik öneme sahiptir. Düzenli ve kaliteli uyku, çocukların öğrenme becerilerini ve duygusal dengelerini olumlu etkiler.

  • Uyku saatlerini düzenli tutun. Her gün aynı saatte yatmalarını ve kalkmalarını sağlayın.
  • Uyku öncesi rutinler oluşturun. Örneğin, kitap okumak veya hafif bir müzik dinlemek gibi.
  • Yatak odasını uykuya uygun hale getirin. Örneğin, odanın karanlık ve sessiz olmasına dikkat edin.

Çocuklarda Beslenme Alışkanlıkları

Sağlıklı beslenme, çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimi için temel bir unsurdur. Ebeveynler, çocukların doğru beslenme alışkanlıkları kazanmalarına yardımcı olmalıdır.

  • Örnek olun. Çocuklar, ebeveynlerinin yeme alışkanlıklarını taklit eder. Sağlıklı beslenme konusunda model olun.
  • Yemek saatlerini keyifli hale getirin. Örneğin, birlikte yemek pişirmek veya sofrada sohbet etmek gibi.
  • Abur cubur tüketimini sınırlandırın. Örneğin, evde sağlıklı atıştırmalıklar bulundurun.

Çocuklarda Sosyal Beceriler ve Arkadaşlık İlişkileri

Sosyal beceriler, çocukların akranlarıyla sağlıklı ilişkiler kurmalarını ve toplum içinde kendilerini ifade etmelerini sağlar.

  • Çocuğunuzun sosyal ortamlara katılmasını teşvik edin. Örneğin, spor aktiviteleri veya sanat atölyeleri gibi.
  • Empati kurmayı öğretin. Örneğin, “Arkadaşın üzgün görünüyor, ona nasıl yardımcı olabilirsin?” diye sorun.
  • Çatışma çözme becerilerini geliştirin. Örneğin, “Bu problemi birlikte nasıl çözebiliriz?” diye sorarak çözüm üretmelerini sağlayın.

Çocuklarda Stres Yönetimi

Çocuklar da yetişkinler gibi stres yaşayabilir. Okul, sınavlar, arkadaşlık ilişkileri veya aile içi sorunlar, çocukların stres düzeyini artırabilir.

  • Çocuğunuzun stres kaynaklarını anlamaya çalışın. Örneğin, “Son zamanlarda neler seni üzüyor?” diye sorun.
  • Rahatlama tekniklerini öğretin. Örneğin, derin nefes almak veya meditasyon yapmak gibi.
  • Duygularını ifade etmeleri için güvenli bir ortam sağlayın. Örneğin, “Her zaman seni dinlemeye hazırım” mesajını verin.

Bu konulardaki paylaşımlarım ebeveynlerin çocuklarıyla daha sağlıklı ve dengeli bir ilişki kurmalarına umarım ki yardımcı olabilir. Her bir konu, çocukların fiziksel, duygusal ve sosyal gelişimini desteklemeye yönelik pratik öneriler içerir. Daha güçlü bir bağ kurmada sizin izlediğiniz yöntemleri de lütfen benimle pskecemsercan@gmail.com üzerinden paylaşın!











Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

Emziren Anneye Yeterli Destek

Bursa’da bir annenin emzirirken üzerine yattığı 40 günlük bebek yaşamını yitirdi.

Yeni Anneler ve Destek Olmanın Önemi

Bir bebeğin dünyaya gelmesi, her aile için unutulmaz bir olaydır. Mutluluk, heyecan, sevgi gibi güçlü duygular bu döneme eşlik ederken, anneler için doğumdan sonra hayatın başka bir yüzü ortaya çıkar: uykusuz geceler, bitmek bilmeyen sorumluluklar ve kimi zaman yalnızlık hissi. Yeni annelik süreci, bireyin fiziksel, duygusal ve zihinsel sınırlarını zorlayabilir.

Psikolog olarak bu yazıyı yazarken, çevremdeki annelerden duyduğum ortak bir şikayeti hatırlıyorum: “Keşke birisi gelip sadece bir saatliğine bebeğe baksaydı da biraz uyusaydım.” Bu sözlerin altında yatan yorgunluk ve çaresizlik, yeni annelere nasıl destek olabileceğimiz konusunda hepimize önemli bir mesaj veriyor.

Anneler Neden Bu Kadar Yorulur?

Yeni doğan bir bebek, 24 saatlik kesintisiz bir ilgi ister. Beslenmesi, altının değiştirilmesi, uyutulması derken annenin günleri ve geceleri birbirine karışır. Doğum sonrası dönemde anne vücudu hâlâ iyileşmeye çalışırken, uyku eksikliği ve hormonal değişiklikler bu süreci daha da zorlaştırır.

Yapılan araştırmalar, doğum sonrası dönemde yeterince desteklenmeyen annelerin tükenmişlik, anksiyete ve doğum sonrası depresyon gibi sorunlar yaşama riskinin arttığını gösteriyor. Bu durum yalnızca anne için değil, bebek için de olumsuz sonuçlar doğurabilir. Çünkü annenin ruh hali, bebeğin gelişimi ve duygusal sağlığı üzerinde doğrudan bir etkiye sahiptir.

Küçük Bir Destek Büyük Bir Fark Yaratabilir

Yeni annelere destek olmanın sanıldığı kadar büyük ya da zorlayıcı bir çaba gerektirmediğini bilmek önemlidir. Bazen en küçük yardımlar bile, annenin yükünü hafifletmekte ve kendini daha iyi hissetmesini sağlamakta etkili olabilir.

  • Bir Saatlik Bile Olsa Yardım Edin:Bebeğe bir saat bakıp annenin dinlenmesine izin vermek, onun günlerdir biriktirdiği uyku eksikliğini biraz olsun telafi etmesine yardımcı olabilir. Bu, annenin hem fiziksel hem de duygusal olarak toparlanmasını sağlar.
  • Yemek Yaparak Destek Olun:Yeni anneler, genellikle kendileri için yemek yapacak enerjiyi bulamazlar. Hazırlayacağınız bir yemek, onların hem zaman kazanmasını hem de sağlıklı beslenmesini sağlayabilir.
  • Dinlemek ve Empati Kurmak:Bir annenin hislerini paylaşacak birine ihtiyacı vardır. Onu yargılamadan dinlemek ve yaşadığı zorlukları anlamaya çalışmak, kendini daha az yalnız hissetmesine yardımcı olur.

Destekleyici bir çevrenin, doğum sonrası dönemde annenin iyilik halini artırdığına dair çok sayıda araştırma var. Örneğin, 2016 yılında yapılan bir çalışma, doğum sonrası depresyon riskinin, sosyal desteği olan annelerde anlamlı derecede düşük olduğunu ortaya koymuştur. Benzer şekilde, anneler destek gördüklerinde, bebekleriyle daha güvenli bağlanma ilişkileri geliştirme eğiliminde olurlar.

Bu destek yalnızca aile bireylerinden değil, arkadaşlar, komşular ve toplumdaki diğer bireylerden de gelebilir. Unutulmamalıdır ki, bir annenin iyiliği, bebeğinin geleceğini şekillendirir.

“Duydunuz, Mesulsünüz”

Bu ifade, aslında yazının özeti niteliğinde. Bir annenin zorluğunu fark ettiğinizde ve ona yardımcı olabilecek bir durumda olduğunuzda, destek olmak bir tercih değil, insani bir sorumluluktur. Herkesin bu süreçte verebileceği bir şey mutlaka vardır; bir saatlik bir yardım, içten bir söz, ya da bir tabak sıcak yemek…

Yeni anneler, toplumun güçlü birer yapı taşıdır. Onları desteklemek, yalnızca bir bireyin değil, bir toplumun geleceğine yapılan bir yatırımdır. Eğer bir annenin gözlerindeki yorgunluğu gördüyseniz, ona yardım etmek için harekete geçin. Unutmayın, bazen küçük bir iyilik, bir hayatı değiştirebilir.






Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB/ADHD)

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), nörogelişimsel bir bozukluk olarak tanımlanır ve dikkat eksikliği, hiperaktivite ve dürtüsellik belirtileri ile karakterizedir. Bu bozukluk, çocukluk döneminde başlasa da belirtilerin bir kısmı yetişkinlikte de devam edebilir. DEHB, bireyin akademik, sosyal ve mesleki işlevselliğini önemli ölçüde etkileyebilir.

DEHB, genetik ve çevresel faktörlerin etkileşimi sonucu ortaya çıkan karmaşık bir bozukluktur. Araştırmalar, DEHB’li bireylerin beyin yapısında ve işlevselliğinde farklılıklar olduğunu göstermektedir. Özellikle prefrontal korteks, bazal ganglia ve serebellum gibi bölgelerdeki işlevsel bozukluklar, dikkat, dürtü kontrolü ve planlama becerilerinde zorluklara yol açmaktadır. Nörotransmitter sistemlerinde, özellikle dopamin ve norepinefrin düzeylerindeki dengesizlikler, DEHB’nin temel nörobiyolojik mekanizmalarından biridir.

DEHB tanısı alan bireylerde, dikkat süresinin kısalığı, odaklanma zorluğu, aşırı hareketlilik ve dürtüsel davranışlar sıklıkla gözlemlenir. Ancak bu belirtilerin yanı sıra, nöropsikolojik işlevlerde de bozulmalar görülebilir. Örneğin, DEHB’li bireylerde kısa süreli hafıza, zaman yönetimi, planlama ve organizasyon becerilerinde eksiklikler sıktır. Bu durum, akademik ve mesleki performansı olumsuz etkileyebilir.


DEHB’nin Günlük Hayata Etkileri

DEHB, bireyin günlük yaşamını çeşitli şekillerde etkileyebilir. Bu etkiler, çocukluk döneminde okul başarısızlığı, sosyal ilişkilerde zorluklar ve özgüven eksikliği olarak kendini gösterebilir. Yetişkinlikte ise iş hayatında verimsizlik, evlilik ilişkilerinde çatışmalar ve zaman yönetimi sorunları gibi sonuçlara yol açabilir.

Duygudurum Bozuklukları: DEHB’li bireylerde depresyon ve anksiyete gibi duygudurum bozuklukları sık görülür. Bu durum, DEHB’nin neden olduğu kronik stres, düşük özgüven ve sosyal ilişkilerde yaşanan zorluklarla ilişkilidir.

Öfke Kontrol Güçlüğü: Dürtüsellik, DEHB’nin temel belirtilerinden biridir. Bu durum, öfke patlamaları ve saldırganlık davranışları ile sonuçlanabilir. Öfke kontrolünde yaşanan zorluklar, kişinin sosyal ilişkilerini olumsuz etkileyebilir.

Uyku Problemleri: DEHB’li bireylerde uyku düzensizlikleri sık görülür. Gece uyanık kalma, uykuya dalma zorluğu veya sabah erken uyanma gibi sorunlar, günlük işlevselliği daha da bozabilir.

Bağımlılık Eğilimi: DEHB’li bireylerde madde bağımlılığı, kumar ve riskli davranışlara yatkınlık daha yüksektir. Bu durum, dürtüsellik ve ödül mekanizmalarındaki bozukluklarla ilişkilidir.

Davranışsal Bozukluklar: DEHB’li bireylerde saç yolma (trikotillomani), deri yolma (dermatillomani) ve sivilce sıkma gibi tekrarlayıcı davranışlar görülebilir. Bu davranışlar, stres ve kaygı ile başa çıkma mekanizmaları olarak ortaya çıkabilir.


DEHB ve Terapi Süreçleri

DEHB tedavisinde farmakoterapi (ilaç tedavisi) ve psikoterapi birlikte kullanılır. İlaç tedavisi, özellikle dopamin ve norepinefrin düzeylerini düzenleyerek dikkat ve dürtü kontrolünde iyileşme sağlar. Ancak ilaç tedavisi tek başına yeterli değildir; psikoterapi süreçleri de büyük önem taşır.

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT): BDT, DEHB’li bireylerin düşünce ve davranış kalıplarını değiştirmelerine yardımcı olur. Özellikle zaman yönetimi, organizasyon becerileri ve öfke kontrolü gibi alanlarda etkilidir. BDT, bireye daha işlevsel başa çıkma stratejileri öğretir.

Davranışçı Terapi: Özellikle çocuklarda, olumlu davranışları pekiştirme ve olumsuz davranışları azaltmaya yönelik teknikler kullanılır. Ebeveynlerin de sürece dahil edilmesi, terapi etkinliğini artırır.

Destekleyici Terapi: DEHB’li bireylerin duygusal ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir yaklaşımdır. Özgüven artırma, stres yönetimi ve sosyal becerilerin geliştirilmesi hedeflenir.

Aile Terapisi: DEHB, sadece bireyi değil, aileyi de etkiler. Aile terapisi, aile içi iletişimi güçlendirmeyi ve DEHB’nin neden olduğu çatışmaları azaltmayı amaçlar.


DEHB ile yaşamak zor olabilir, ancak doğru stratejiler ve destekle bu süreç yönetilebilir. Unutulmamalıdır ki, DEHB bir engel değil, yönetilmesi gereken bir durumdur.


DEHB, sadece dikkat eksikliği, hiperaktivite ve dürtüsellikle sınırlı değildir.

Bu bozukluk, çeşitli davranışsal ve duygusal zorluklarla da ilişkilidir. Özellikle istifleme bozukluğu (biriktirme bozukluğu), DEHB’li bireylerde sıkça görülen bir durumdur. İstifleme bozukluğu, gereksiz veya değersiz nesneleri atamama, yaşam alanlarının bu nesnelerle dolması ve işlevselliğin bozulması ile karakterizedir. DEHB’li bireylerde bu davranış, kontrol duygusunu artırma veya duygusal güvenlik sağlama ihtiyacından kaynaklanabilir. Ayrıca, dürtüsellik ve planlama zorlukları, istifleme davranışını tetikleyebilir.

DEHB ile ilişkili diğer davranışsal bozukluklar şunlardır:

  • Saç yolma (Trikotillomani): Stres, kaygı veya dikkat dağınıklığı ile başa çıkma mekanizması olarak ortaya çıkar.
  • Deri yolma (Dermatillomani): Cildi tırnaklarla kazıma veya yaralama davranışı, dürtüsellik ve kaygı ile ilişkilidir.
  • Sivilce sıkma: Dürtüsel davranışların bir sonucu olarak görülebilir.
  • Öfke patlamaları: Dürtüsellik ve duygu düzenleme zorlukları nedeniyle ortaya çıkar.

Bu davranışlar, DEHB’li bireylerin yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir. Ancak, Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve destekleyici tedavilerle bu davranışlar kontrol altına alınabilir.


Ailede DEHB Görünümü ve Kişiler Arası İlişkilere Etkisi

DEHB, genetik yatkınlığı olan bir bozukluktur. Araştırmalar, DEHB’li bir çocuğun ebeveynlerinden en az birinde de DEHB belirtileri olma olasılığının yüksek olduğunu göstermektedir. Ailede DEHB varlığı, hem genetik hem de çevresel faktörler nedeniyle kişiler arası ilişkileri önemli ölçüde etkileyebilir.

Ailede DEHB’nin Etkileri:

DEHB’li bir ebeveyn, çocuğunun ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanabilir. Örneğin, dikkat eksikliği nedeniyle çocuğun duygusal ihtiyaçlarını fark edemeyebilir veya dürtüsellik nedeniyle tutarsız disiplin yöntemleri uygulayabilir.

DEHB’li bir eş, evlilik ilişkisinde iletişim sorunlarına, unutkanlığa ve sorumlulukların paylaşımında dengesizliklere neden olabilir. Bu durum, çatışmaları artırabilir.

DEHB’li bir çocuğa odaklanan ailelerde, diğer kardeşler kendilerini ihmal edilmiş hissedebilir. Bu durum, kardeşler arasında rekabet ve kıskançlığa yol açabilir.


Farklı İlişkilerde DEHB’nin Etkileri

DEHB, sadece aile içi ilişkilerde değil, iş, okul ve sosyal yaşamda da önemli etkilere sahiptir. İşte farklı ilişkilerde DEHB’nin nasıl görülebileceğine dair örnekler:

Annem DEHB

  • Unutkanlık: Anneniz randevuları unutabilir, önemli tarihleri karıştırabilir.
  • Düzensizlik: Evde sürekli bir dağınıklık olabilir ve organize olmakta zorlanabilir.
  • Duygusal Dalgalanmalar: Ani öfke patlamaları veya duygusal tepkiler gösterebilir.
  • Destek Eksikliği: DEHB’li bir anne, çocuğunun duygusal ihtiyaçlarını fark etmekte zorlanabilir.

Babam DEHB

  • İşe Odaklanma Zorluğu: Babamız işte sık sık hatalar yapabilir veya projeleri tamamlamakta zorlanabilir.
  • Dürtüsellik: Ani kararlar alabilir veya finansal konularda riskli davranışlar sergileyebilir.
  • İletişim Sorunları: Konuşmalarda sık sık söz kesebilir veya konudan konuya atlayabilir.

Patronum DEHB:

  • Organizasyon Eksikliği: Toplantıları unutabilir veya projeleri takip etmekte zorlanabilir.
  • Tutarsız Kararlar: Bir gün verdiği kararı ertesi gün değiştirebilir.
  • Aşırı Hareketlilik: Sürekli ofiste dolaşabilir veya uzun süre oturmakta zorlanabilir.

En Yakın Arkadaşım DEHB:

  • Dikkat Dağınıklığı: Konuşurken dalıp gidebilir veya konuyu takip etmekte zorlanabilir.
  • Dürtüsellik: Ani planlar yapabilir veya riskli davranışlara yönelebilir.
  • Sosyal İlişkilerde Zorluk: Söz kesme veya konuşmaları domine etme eğilimi gösterebilir.

Öğretmenim DEHB:

  • Ders Planlamada Zorluk: Dersleri organize etmekte veya zamanında tamamlamakta zorlanabilir.
  • Tutarsız Disiplin: Kuralları sık sık değiştirebilir veya öğrencilere karşı tutarsız davranabilir.
  • Dikkat Dağınıklığı: Öğrencilerin ihtiyaçlarını fark etmekte zorlanabilir.

Terapistim DEHB:

  • Seansları Unutma: Randevuları karıştırabilir veya unutabilir.
  • Odaklanma Zorluğu: Seans sırasında dalıp gidebilir veya konudan sapabilir.
  • Dürtüsellik: Terapi sürecinde ani müdahalelerde bulunabilir.

Aile içi ilişkilerden iş yaşamına kadar pek çok alanda zorluklara neden olabilir. Ancak, doğru tedavi ve destekle bu zorluklar aşılabilir. DEHB’li bireylerin çevresindekilerin, bu durumu anlaması ve destekleyici bir yaklaşım benimsemesi büyük önem taşır. Unutulmamalıdır ki, DEHB bir kişilik özelliği değil, yönetilmesi gereken bir durumdur.












Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

EYVAH, ÇOCUĞUM BÜYÜYOR!

Çocuğunuzun büyümesi, hem heyecan verici hem de zaman zaman endişe verici bir süreç olabilir. Her ebeveyn, çocuğunun büyüdüğünü fark ettiği anları farklı yaşar. Bu süreçte, değişen rollerinizi ve sorumluluklarınızı kabul etmek önemlidir. Çocuğunuzun bağımsızlığını teşvik etmek, sağlıklı bir yetişkin olma yolunda ona destek olmanın en iyi yollarından biridir.

Bu yazı, ailelere çocuklarının büyüme sürecinde karşılaşabilecekleri zorluklar ve bu zorluklarla nasıl başa çıkabilecekleri konusunda rehberlik edecek bilgiler sunmayı amaçlamaktadır. Unutmayın, her çocuk farklıdır ve onların gelişim süreçlerinde en büyük rehberleri siz ebeveynlerisiniz.

İyi ve Kötüyü Ayırt Edebilir mi?

Çocuğunuzun doğru ile yanlışı ayırt etme yeteneği, hem aile içinde aldığı değerler hem de çevresel faktörler tarafından şekillenir. Bu noktada, çocuğunuza ahlaki değerleri öğretmek, karar alma süreçlerinde ona rehberlik etmek büyük önem taşır. Özgüveni gelişmiş bir çocuk, doğruyu yanlıştan ayırt etme konusunda daha başarılı olacaktır.

Cinsellik, birçok ebeveyn için konuşması zor bir konudur. Ancak, bu konuyu açık ve net bir şekilde ele almak, çocuğunuzun cinsellik hakkında doğru bilgiye sahip olmasını sağlar. Çocuğunuzun yaşına uygun bir dil kullanarak, onun merakını giderebilir ve cinsellikle ilgili yanlış bilgileri düzeltmesine yardımcı olabilirsiniz. Unutmayın, bu konuşmalar çocuğunuzun sağlıklı bir cinsel kimlik geliştirmesi için çok önemlidir.

Ya Başına Bir Şey Gelirse?

Çocuğunuzun güvenliği konusunda endişe duymanız doğaldır. Ancak, bu endişelerinizi çocuğunuza hissettirmeden, ona güvende olmayı ve tehlikeleri tanımayı öğretmek daha etkili olacaktır. Çocuğunuzun tehlike anlarında nasıl davranması gerektiğini bilmesi, hem onun hem de sizin için rahatlatıcı olabilir. Güvenli bir ortamda büyüyen çocuklar, dış dünyayla daha sağlıklı bir şekilde başa çıkabilirler.

Çocuğum Zarar Görürse Diye Korkuyorum

Her ebeveyn çocuğunun zarar görmesinden korkar. Ancak, bu korkuların çocuğunuzu kısıtlamasına izin vermemek gerekir. Çocuğunuzun hatalar yapmasına ve bu hatalardan ders almasına izin vermek, onun kişisel gelişimi için önemlidir. Ona destek olduğunuzu hissettirmek, karşılaşabileceği zorluklarla daha iyi başa çıkmasını sağlar.

Büyüdüğünü Kabul Edemiyorum, Hep Bizle Olsun İstiyorum

Çocuğunuzun büyüdüğünü kabullenmek, ebeveyn olmanın zor yanlarından biridir. Ancak, onun bağımsız bir birey olma yolculuğunda yanında olmanız, aranızdaki bağı güçlendirecektir. Onun kendi kararlarını almasına izin vermek, size olan güvenini artıracaktır. Çocuğunuzun büyümesi, sizin ona olan sevginizi ve desteğinizi değiştirmez; aksine, bu sevgi onun hayatı boyunca yanında olacak en önemli güç kaynağıdır.

Çocuğunuzun arkadaşlarına daha fazla zaman ayırması, birçok ebeveynin karşılaştığı doğal bir gelişim sürecidir. Bu durum, çocuğunuzun bireyselleşmeye ve sosyal çevresini genişletmeye başladığının bir işaretidir. Ancak bu süreç, aile içi bağları zayıflatmak zorunda değildir. İşte bu durumu daha iyi yönetmenize yardımcı olabilecek bazı öneriler:

Çocuğunuzun Sosyal İhtiyaçlarını Anlayın
Ergenlik dönemi, çocukların kimliklerini keşfettikleri ve sosyal bağlarını güçlendirdikleri bir dönemdir. Arkadaşlarıyla vakit geçirme isteği, onların bağımsızlıklarını kazanma çabalarının bir parçasıdır. Bu durumu anlamak, çocuğunuzun gelişim sürecine saygı duymanızı kolaylaştıracaktır.
Aile Zamanını Değerli Hale Getirin
Aile içi zaman, çocuğunuzun yoğun sosyal hayatının yanında daha anlamlı hale getirilebilir. Birlikte yapılacak etkinlikler planlamak, onunla kaliteli zaman geçirmenizi sağlar. Örneğin, haftalık aile yemekleri, film geceleri ya da birlikte yapılan yürüyüşler, hem eğlenceli hem de bağları güçlendirici olabilir.
Açık İletişimi Sürdürün
Çocuğunuzla açık ve dürüst bir iletişim kurmak, onun ihtiyaçlarını ve duygularını anlamanıza yardımcı olur. Onunla vakit geçiremediğinizde, bunu nasıl hissettiğinizi nazikçe paylaşabilirsiniz. Ancak bu konuşmaları suçlayıcı ya da baskıcı bir dille değil, anlayış ve sevgi çerçevesinde yapmaya özen gösterin.
Sınırları Belirleyin, Esneklik Tanıyın
Çocuğunuzun arkadaşlarıyla vakit geçirmesi doğal olsa da, aile içi sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini hatırlatmak önemlidir. Bu dengeyi kurarken esnek olun; örneğin, özel günlerde ailenizle birlikte olmasını isteyebilir, ama diğer zamanlarda arkadaşlarına zaman ayırmasına izin verebilirsiniz.
Onun Bağımsızlığını Destekleyin
Çocuğunuzun arkadaşlarıyla vakit geçirmesi, onun bağımsız bir birey olma yolunda attığı önemli adımlardan biridir. Bu süreçte ona destek vermek, güven duygusunu pekiştirir ve ileride daha güçlü bir aile bağınız olmasını sağlar.
Unutmayın, Bu Geçici Bir Dönem
Çocuğunuzun arkadaşlarına yoğun bir şekilde vakit ayırdığı bu dönem, onun gelişiminin doğal bir parçasıdır ve zamanla dengelenecektir. Sabrınızı koruyun ve onun bireysel ihtiyaçlarını anlamaya çalışın. Bu süreç sonunda, hem sizinle hem de arkadaşlarıyla dengeli bir ilişki kurmayı öğrenmiş olacaktır.

Çocuğunuzun arkadaşlarıyla daha fazla vakit geçirmesi, onu sizden uzaklaştırmak yerine, bireyselleşmesini ve olgunlaşmasını destekleyen bir süreçtir. Bu dönemi anlayışla karşılamak, hem çocuğunuzla olan ilişkinizi güçlendirir hem de onun sağlıklı bir yetişkin olmasına katkıda bulunur.

Çocuğum Benden Bir Şeyler Saklıyor

Çocuğunuzun sizden bir şeyler sakladığını fark etmek, ebeveyn olarak endişe verici olabilir. Ancak bu durum, genellikle çocuğunuzun büyüme ve bireyselleşme sürecinin bir parçasıdır. Onunla açık bir iletişim kurarak bu durumu daha iyi anlamak ve ona destek olmak önemlidir. İşte bu durumu yönetmenize yardımcı olabilecek bazı stratejiler:

Çocuğunuzun bir şeyler sakladığını hissettiğinizde, bu durumu hemen açığa çıkarmaya çalışmak yerine, önce sakin kalmaya çalışın. Panikle hareket etmek veya onu suçlayıcı bir şekilde sorgulamak, aranızdaki güveni zedeleyebilir. Önce durumu anlamaya çalışmak, daha sağlıklı bir yaklaşım olacaktır.

Çocuğunuzun sizinle her şeyi paylaşabilmesi için, ona güvenli ve yargısız bir ortam sunmanız gerekir. Ona, ne olursa olsun yanında olduğunuzu ve onu yargılamayacağınızı hissettirin. Bu, çocuğunuzun size açılmasını kolaylaştıracaktır.

Çocuğunuzun neden bir şeyler saklıyor olabileceğini anlamaya çalışın. Belki de sizi üzmekten korkuyor, belki de nasıl tepki vereceğinizi kestiremiyor. Onun duygularını anlamaya çalışmak, aranızdaki bağı güçlendirebilir. “Bu durumu paylaşmak senin için zor olabilir, ama birlikte çözebiliriz” gibi cümleler, empatik bir yaklaşımı yansıtır.

Çocuğunuzun hemen her şeyi paylaşmasını beklemeyin. Onun da zaman zaman kendi iç dünyasında yaşadığı duyguları ve düşünceleri olabilir. Sabırlı olmak, ona alan tanımak, zamanla aranızdaki güveni pekiştirecektir.

Çocuğunuz size bir şeyler anlatmaya başladığında, onu kesmeden ve yargılamadan dinleyin. Sorularınızı yönlendirici değil, açıklayıcı bir şekilde sormaya çalışın. Örneğin, “Bana biraz daha anlatmak ister misin?” gibi cümleler, onun kendini ifade etmesine yardımcı olabilir.

Çocuğunuza, bir şeyleri paylaşmanın ne kadar rahatlatıcı olabileceğini ve birlikte çözüm bulmanın sorunları hafifletebileceğini anlatın. Paylaşmanın zor bir şey olmadığını, aksine güçlü bir bağ kurmanın bir yolu olduğunu vurgulayın.

Çocuğunuz size açıldığında, onun yanında olduğunuzu hissettirin. Ona destek verin ve çözüm bulmak için birlikte çalışabileceğinizi gösterin. Bu, aranızdaki güveni güçlendirecek ve onun gelecekte daha açık olmasını sağlayacaktır.

Çocuğunuzun her şeyi sizinle paylaşmasını istemeniz doğal, ancak bazı konularda gizliliğe ihtiyaç duyabileceğini de unutmamak gerekir. Bireysel alanına saygı göstermek, onun size olan güvenini artırabilir.

Unutmayın, çocuğunuzun sizden bir şeyler saklaması, her zaman kötü bir niyeti olduğu anlamına gelmez. Bu, onun kendini koruma, bağımsız olma veya duygusal olarak zorlandığı bir durumla başa çıkma çabası olabilir. Sabırlı ve anlayışlı bir yaklaşım, bu durumu daha kolay yönetmenize yardımcı olacaktır.

Eğer ilgili konularda zorlanıyorsanız, bir terapist ile görüşmek faydalı olabilir. Profesyonel destek almak, duygusal olarak daha sağlıklı bir şekilde başa çıkmanıza yardımcı olabilir














Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

OKUL SEÇİMİNDE DİKKAT EDİLECEK NOKTALAR

Okul Seçiminde Dikkat Edilmesi Gerekenler

Veliler, okulun eğitim felsefesini ve uygulanan müfredatı incelemelidir. Okulun hedefleri, öğretim yöntemleri ve değerlere yaklaşımı, çocuğun gelişiminde büyük rol oynar. Montessori, Reggio Emilia veya geleneksel eğitim yaklaşımlarını göz önünde bulundurmak faydalı olacaktır.

Okulun fiziksel ortamı, çocukların öğrenme deneyimini etkiler. Sınıfların büyüklüğü, oyun alanları, kütüphane ve laboratuvar gibi olanaklar incelenmelidir. Güvenli ve ferah bir ortam, çocuğun okulda daha iyi hissetmesini sağlar.

Öğretmenlerin eğitim durumu, deneyimi ve pedagojik yeterlilikleri önemlidir. İyi bir öğretmen, sadece akademik başarı değil, aynı zamanda duygusal ve sosyal gelişim için de destek olmalıdır. Sabırlı, empatik ve iletişim becerileri güçlü öğretmenler tercih edilmelidir.

Okulun velilerle olan iletişimi ve aile katılımı politikaları, çocuğun gelişimini destekler. Velilere düzenli bilgilendirme yapılması ve etkinliklere katılım teşvik edilmelidir.

Öğretmende Aranması Gereken Özellikler

Öğretmenin, öğrencilerle iyi bir iletişim kurabilmesi ve onların duygusal ihtiyaçlarını anlayabilmesi çok önemlidir.

Öğretmenin kendi branşında derinlemesine bilgi sahibi olması, öğrencilerin öğrenme süreçlerini olumlu etkiler.

Öğretmenin, farklı öğrenme stillerine uygun yöntemler geliştirmesi ve gerektiğinde esnek olabilmesi gerekmektedir.

İyi bir öğretmen, mesleki gelişime önem verir, güncel eğitim teknikleri ve pedagojik yöntemleri takip eder.

Çocuğun Okulu Sevip Sevmediğini Anlama

Çocuğun okula gitme isteği, sabahları okula hazırlanma süreci ve okuldan döndüğünde gösterdiği ruh hali, okul sevme veya sevmeme konusunda önemli ipuçları verir.

Çocuğun okulda neler yaptığını, arkadaşlarıyla ilişkilerini ve öğretmenleri hakkında nasıl konuştuğunu dinlemek önemlidir. Olumlu anlatımlar, okulda iyi hissettiğinin göstergesidir.

Çocuğun derslere olan ilgisi, sınıf içindeki katılımı ve ev ödevlerine yaklaşımı, okuldan aldığı faydayı anlamak için değerlendirilebilir.

Çocuğun okul ile ilgili kaygı, stres veya korku gibi duygusal belirtiler göstermesi, okul deneyiminin olumsuz olduğunu gösterir. Bu durumlarda, okul ile iletişim kurmak ve destek aramak önemlidir.

Okul seçimi, çocuğun gelişimi üzerinde uzun vadeli etkileri olan önemli bir karardır. Velilerin, çocuklarının ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak bilinçli bir seçim yapmaları, çocuklarının akademik ve sosyal gelişimlerini olumlu yönde etkileyecektir. Unutulmamalıdır ki, her çocuğun farklı ihtiyaçları ve öğrenme stilleri vardır; bu nedenle, bireysel farklılıklar göz önünde bulundurulmalıdır.

Anaokulu seçerken dikkat edilmesi gereken önemli noktalar:

Anaokulunun benimsediği eğitim yaklaşımını (Montessori, Reggio Emilia, geleneksel vb.) araştırmak, çocuğunuzun öğrenme tarzına uygun bir ortam bulmanıza yardımcı olur.

Okulun fiziksel koşulları, güvenliği ve hijyen standartları önemlidir. Sınıfların büyüklüğü, oyun alanları, tuvaletler ve genel temizlik durumu göz önünde bulundurulmalıdır.

Öğretmenlerin eğitim durumu, deneyimi ve çocuk gelişimi konusunda bilgileri önemlidir. İyi bir öğretmen, çocuklara sadece akademik değil, duygusal ve sosyal destek de sağlar.

Yaratıcı ve etkileşimli öğretim yöntemleri, çocukların öğrenme motivasyonunu artırır. Oyun temelli öğrenme gibi yöntemlerin kullanılıp kullanılmadığını kontrol edin.

Okulun velilerle olan iletişimi ve etkinliklere katılım konusunda sağladığı imkanlar önemlidir. Düzenli bilgilendirme ve geri bildirim mekanizmaları arayın.

Arkadaşlık ilişkileri ve sosyal etkileşimlerin teşvik edildiği bir ortam, çocukların gelişimi için kritik öneme sahiptir. Diğer ailelerle iletişim kurmak, okulun sosyal atmosferi hakkında bilgi verebilir.

Ders programı, sanat, müzik, spor gibi ek aktiviteleri kapsayıp kapsamadığına bakılmalıdır. Çocukların farklı alanlarda keşfetmesine olanak tanıyan bir program tercih edilmelidir.

Okulun güvenlik politikaları, acil durum planları ve genel güvenlik önlemleri gözden geçirilmelidir. Çocukların güvenliği her zaman öncelikli olmalıdır.

Okulun ücretleri ve ek maliyetler hakkında bilgi edinmek, bütçenizi planlamanızı kolaylaştırır. Kalite ve maliyet dengesine dikkat edin.

Okulu tercih eden diğer velilerin deneyimlerini dinlemek, okul hakkında daha fazla bilgi edinmenize yardımcı olabilir. Güçlü bir topluluk, okul deneyimini olumlu etkileyebilir.

İlkokul ve ortaokul seçerken dikkate almanız gereken önemli noktalar:

Özellikle STEM, sanat veya yabancı dil gibi alanlardaki önceliklerinizi değerlendirin.

Okulun sunduğu kulüpler, spor takımları, sanat ve bilim projeleri gibi ek aktiviteler, öğrencilerin farklı alanlarda yeteneklerini geliştirmesine olanak tanır.

Okulun akademik başarıları, mezunlarının aldığı ileri eğitim fırsatları ve liseye geçişteki başarı oranları incelenmelidir.

Okulun konumu, ulaşım kolaylığı ve güvenliği, günlük yaşamı etkileyebilir. Özellikle çocukların okula nasıl gidip geleceği dikkate alınmalıdır.

Lise seçerken dikkat etmeniz gerekenler

Okulun eğitim yaklaşımını (geleneksel, fen bilimleri, sosyal bilimler, sanat vb.) ve sunulan programları inceleyin. Çocuğunuzun ilgi alanlarıyla uyumlu bir okul seçmek önemlidir.

Okulun akademik başarıları, mezunlarının hangi üniversitelere gittiği ve genel olarak yüksek öğrenim için sağladığı fırsatlar değerlendirilmeli.

Sınıfların, laboratuvarların, kütüphanelerin, spor alanlarının ve diğer sosyal olanakların kalitesi incelenmelidir. İyi bir fiziksel ortam, öğrenme sürecini destekler

Üniversite seçerken

İlgilendiğiniz alanda sunulan programlar ve bölümler hakkında bilgi edinmek önemlidir. Eğitim kalitesi, müfredat içeriği ve derslerin içeriği araştırılmalıdır.

Üniversitenin genel akademik başarısı, mezunlarının kariyer başarıları ve üniversitenin sektördeki itibarı göz önünde bulundurulmalıdır. Sıralamalar ve akreditasyonlar da önemli faktörlerdir.

Bölümdeki öğretim üyelerinin deneyimleri, uzmanlık alanları ve araştırma faaliyetleri, öğrencilerin eğitim kalitesini etkiler. İyi bir öğretim kadrosu, öğrencilere mentorluk yapabilir.

Kariyer danışmanlığı, akademik destek, danışmanlık ve psikolojik destek gibi öğrenci hizmetlerinin varlığı, öğrencilerin üniversite hayatında daha iyi bir deneyim yaşamasına yardımcı olur.

Üniversitenin sosyal atmosferi, öğrenci kulüpleri ve sosyal etkinlikler, sosyal becerilerin gelişimi ve arkadaşlık ilişkileri için önemlidir. Öğrencilerin sosyal hayatına katılımı teşvik eden bir ortam arayın.

Üniversitenin bulunduğu şehir veya bölge, yaşam maliyetleri, ulaşım imkanları ve yaşam kalitesi açısından değerlendirilmelidir. Yerleşke içinde ve dışında ulaşımın kolay olması önemlidir.

Ücretler, burs olanakları, yaşam masrafları ve finansal destek imkanları hakkında bilgi edinmek, bütçenizi planlamanıza yardımcı olur. Burs veya kredi seçeneklerini de araştırın.

Üniversitenin mezunlarıyla kurulan ağlar ve iş bulma oranları, mezuniyet sonrası kariyer fırsatları açısından önemlidir. Mezunlar derneği gibi yapılar, bağlantılar kurmanıza yardımcı olabilir.

Kendi akademik ve kariyer hedeflerinizi, değerlerinizi ve yaşam tarzınızı göz önünde bulundurarak bir üniversite seçmek, daha tatmin edici bir deneyim sağlar.













Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan