İçsel Sağlıklı Ebeveyn Sesini Keşfetmek

Şema Terapi’de Kendine Yeniden Ebeveynlik

Şema Terapi, Jeffrey Young tarafından geliştirilen, özellikle kronik psikolojik sorunlar ve kişilik bozukluklarıyla başa çıkmak için kullanılan bütüncül bir terapi yaklaşımıdır. Bu yaklaşım, bireylerin çocukluk döneminde karşılanmayan temel duygusal ihtiyaçlarının (güven, özerklik, sevgi, kabul görme gibi) yetişkinlikte nasıl işlevsel olmayan şemalar ve baş etme modlarına dönüştüğünü inceler. Bu süreçte, “kendine yeniden ebeveynlik” kavramı, kişinin içselleştirilmiş sağlıklı bir ebeveyn sesi geliştirmesine yardımcı olarak, işlevsel olmayan modlarını dengelemesini sağlar.


Çocuklukta Temel Duygusal İhtiyaçlar ve İçselleştirilmiş Ebeveynlik

Çocukluk dönemi, bireyin duygusal ve psikolojik gelişimi için kritik bir dönemdir. Bowlby’nin bağlanma teorisine göre, çocuklar ebeveynleriyle kurdukları güvenli bağlanma sayesinde kendilerini değerli ve güvende hissederler. Bu bağlanma, çocuğun ileride kendi kendine ebeveynlik yapabilmesi için bir temel oluşturur. Ancak, ebeveynler duygusal olarak ulaşılamaz, tutarsız veya cezalandırıcı olduğunda, çocuklar temel duygusal ihtiyaçlarını karşılayamaz ve bu durum yetişkinlikte içselleştirilmiş işlevsel olmayan ebeveyn modlarına yol açar.

Young’a göre, çocuklukta karşılanmayan temel ihtiyaçlar şunlardır:

  1. Güvenli bağlanma ve güvenlik ihtiyacı
  2. Özerklik, yeterlilik ve kimlik duygusu
  3. Özgürce duygularını ifade edebilme
  4. Spontanlık ve oyun ihtiyacı
  5. Gerçekçi sınırlar ve özdenetim

Bu ihtiyaçlar karşılanmadığında, kişi yetişkinlikte “incinmiş çocuk”, “kızgın çocuk” veya “terkedilmiş çocuk” gibi işlevsel olmayan modlar geliştirir. Bu modlar, kişinin duygusal olarak zorlandığı zamanlarda ortaya çıkar ve sağlıklı bir şekilde yönetilmediğinde, depresyon, kaygı bozuklukları ve kişilik bozuklukları gibi sorunlara yol açabilir.


Yeniden Ebeveynlik

Yeniden ebeveynlik, Şema Terapi’nin en önemli tekniklerinden biridir. Bu teknik, kişinin çocuklukta yaşayamadığı duygusal deneyimleri terapötik bir ortamda yeniden yaşamasını ve içselleştirilmiş sağlıklı bir ebeveyn sesi geliştirmesini hedefler. Bu süreç, özellikle çocukluk travmaları yaşamış bireyler için kritik öneme sahiptir.

Dr. Jeffrey Young, yeniden ebeveynliği, “kişinin kendi içinde şefkatli, destekleyici ve sınır koyabilen bir ebeveyn sesi oluşturması” olarak tanımlar. Bu ses, kişinin işlevsel olmayan çocuk modlarını sakinleştirirken, aynı zamanda cezalandırıcı veya talepkar ebeveyn modlarını da dengelemeye yardımcı olur.

Örneğin, bir hasta duygusal olarak zorlandığında, içindeki “incinmiş çocuk” modu aktif hale gelebilir. Bu durumda, içsel sağlıklı ebeveyn sesi, hastaya şefkatle yaklaşır ve onu sakinleştirir. Aynı zamanda, “cezalandırıcı ebeveyn” modunu devre dışı bırakarak, hastanın kendini suçlamasını engeller.

Yeniden ebeveynlik kavramı, nörobilim ve psikoloji alanındaki araştırmalarla da desteklenmektedir. Dr. Daniel Siegel, “The Developing Mind” adlı kitabında, çocuklukta yaşanan duygusal deneyimlerin beyin gelişimi üzerindeki etkilerini vurgular. Siegel’e göre, ebeveynlerin çocuklarına sağladığı duygusal destek, beynin prefrontal korteksinin gelişimini destekler. Bu bölge, duygusal düzenleme, özdenetim ve karar verme gibi işlevlerden sorumludur. Çocuklukta bu destek alınmadığında, yetişkinlikte duygusal düzenleme becerileri zayıf kalır.

Dr. Joan Farrell ve Dr. Ida Shaw, Şema Terapi’nin grup uygulamaları üzerine yaptıkları çalışmalarda, yeniden ebeveynliğin özellikle sınır kişilik bozukluğu olan bireylerde etkili olduğunu bulmuşlardır. Bu çalışmalarda, grup terapisi sürecinde hastaların birbirlerine şefkatli ve destekleyici bir tutum sergilemesi, içsel sağlıklı ebeveyn sesini geliştirmelerine yardımcı olmuştur.

Ayrıca, Dr. Arnoud Arntz tarafından yapılan randomize kontrollü çalışmalar, Şema Terapi’nin özellikle kronik depresyon ve kişilik bozukluklarında geleneksel terapi yöntemlerine kıyasla daha etkili olduğunu göstermiştir. Bu çalışmalarda, yeniden ebeveynlik tekniklerinin, hastaların özgüvenlerini artırdığı ve duygusal düzenleme becerilerini geliştirdiği tespit edilmiştir.


Terapötik Süreçte Yeniden Ebeveynlik Nasıl Uygulanır?

Yeniden ebeveynlik, terapistin hastaya sınırlı bir ebeveynlik rolü üstlenmesiyle başlar. Bu süreçte terapist, hastanın çocuklukta yaşayamadığı duygusal deneyimleri, etik ve profesyonel sınırlar içinde sunar. Örneğin, terapist hastanın duygularını kabul eder, onu anlar ve desteklerken, aynı zamanda gerçekçi sınırlar koyar ve hastanın kendi sorumluluklarını almasını teşvik eder.

Bu süreçte kullanılan bazı teknikler şunlardır:

İmgesel Çalışmalar: Hasta, çocuklukta yaşadığı travmatik bir anıyı hayal eder ve terapist, bu anıda hastaya şefkatli ve destekleyici bir ebeveyn rolü üstlenir.
Duygusal Düzenleme Egzersizleri: Terapist, hastanın duygularını tanımasına ve ifade etmesine yardımcı olur.
Şefkatli İçsel Diyalog: Hasta, kendine şefkatli bir şekilde hitap etmeyi öğrenir. Örneğin, “Şu anda zorlanıyorum, ama bu normal. Kendime karşı nazik olmalıyım.”


Yeniden Ebeveynliğin Uzun Vadeli Etkileri

Yeniden ebeveynlik, kişinin sadece terapide değil, günlük yaşamında da daha sağlıklı ilişkiler kurmasına ve duygusal olarak daha dirençli olmasına yardımcı olur. Bu süreç, kişinin geçmişteki yaralarını iyileştirirken, aynı zamanda gelecekte daha sağlıklı bir yaşam sürdürmesine de olanak tanır.

Dr. Jeffrey Young, “Reinventing Your Life” adlı kitabında, yeniden ebeveynliğin kişinin kendi içsel kaynaklarını keşfetmesine ve kendini gerçekten sevmesine yardımcı olduğunu vurgular. Bu süreç, kişinin kendi kendine şefkat göstermeyi, sınırlar koymayı ve duygusal olarak dengeli bir yetişkin haline gelmeyi öğrenmesini sağlar.

Unutmayın, herkes kendi içinde sağlıklı bir ebeveyn sesi geliştirebilir; bazen sadece biraz rehberliğe ihtiyaç duyarız.





Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

ALDATILMAKTAN KORKUYORUM

Aldatılma, Aldatma, Patolojik Kıskançlık ve Bağlanma Stilleri

Bağlanma stilleri, bireylerin ilişki dinamiklerini belirleyen temel kalıplardır. Bu stiller genellikle güvenli, kaçınan, ambivalan ve korkulu olarak dört ana kategoriye ayrılır. Bu stilleri anlamak, sağlıklı ilişkiler kurma ve sürdürme konusunda önemli bir adım olabilir.

Güvenli Bağlanma
Bu tip, çocukluk döneminde duygusal olarak desteklenmiş bireyleri tanımlar. İlişkilerde açıklık ve güveni teşvik eder. Bağlanma stillerinin kökeni genellikle çocukluk dönemine dayanır. Güvenli bağlanma genellikle duyarlı bakım verenlerle ilişkilidir.

Kaçınan Bağlanma
Kaçınan bağlanma, genellikle duygusal mesafe koruma eğilimindedir. Bu bireyler, bağımsızlıklarını vurgulayarak duygusal bağlantılardan kaçınabilirler.

Ambivalan Bağlanma
Ambivalan bağlanma, ilişkilerde belirsizlik ve endişeyle karakterizedir. Bu kişiler, ilişkilerde sürekli bir güvensizlik duyarlar ve kararsız davranışlar sergilerler.

Korkulu Bağlanma
Korkulu bağlanma genellikle geçmişteki istikrarsız ilişkilere dayanır. Bu bireyler, ilişkilerde sürekli bir güvensizlik ve bağımlılık arayışı içindedirler.

Bağlanma stillerini ele almak için terapötik yaklaşımlar kullanılabilir. Güvenli bağlanma geliştirmek için, duygusal ihtiyaçlara odaklanan ve geçmiş ilişkilerin anlaşılmasına yönelik terapiler etkili olabilir.

Aldatmak

Aldatılma sonucu ortaya çıkan travmatik stres, bir kişinin işlevselliğini ciddi şekilde etkileyebilir. Araştırmalar, aldatılmış bireylerde yoğun bir duygusal travmanın ortaya çıkabileceğini göstermektedir. Bu, kişinin kendine olan güvenini kaybetmesine, düşük öz saygıya ve travma sonrası stres bozukluğu gibi sorunlara yol açabilir.

Aldatmanın motivasyonları karmaşık olabilir. İlgili araştırmalar, genellikle duygusal tatminsizlik, iletişim eksikliği, düşük bağlılık ve kişilik özellikleri gibi faktörlerin aldatma eğilimini artırabileceğini göstermektedir. Kişinin duygusal ihtiyaçlarının karşılanmaması, iletişim eksikliği ve bağlılık eksikliği gibi faktörler aldatma eğilimini artırabilir.

Aldatılan bireylerde depresyon, anksiyete ve intikam düşünceleri sıkça görülür. Aldatan bireyler ise suçluluk duyguları, ilişki kaygısı veya terk edilme kaygısı ile karşı karşıya kalabilir.

Çift – İlişki Terapisi, aldatma sonrası ortaya çıkan sorunları ele almak için etkili bir yöntem olabilir; iletişim becerilerini geliştirmek, güveni yeniden inşa etmek ve ilişki dinamiklerini anlamak için kullanılır (Gottman). Terapistler, çiftlere duygusal ihtiyaçlarını ifade etme ve anlama konusunda yardımcı olabilir.

Aldatılma Korkusu

Aldatılma korkusu, bireyin ilişkilerinde güvenmekte zorlanmasına, sürekli endişe duymasına ve bağlılık konusunda çekingen davranmasına neden olur.

Aldatılma korkusu güven eksikliği ile ilişkili olabilir. Bu eksiklik, geçmiş ilişkilerde yaşanan olumsuz deneyimlerden, aile geçmişinden kaynaklanabilir veya kişinin kendine yönelik güven sorunlarından türebilir. Güven eksikliği, kişinin partnerine tam anlamıyla inanmaktan kaçınmasına ve ilişkide sürekli şüphe içinde olmasına yol açabilir.

Aldatılma korkusu bireyin kendine yönelik düşük öz saygısı ile de bağlantılıdır. Kişi, değersiz olduğuna veya çekici olmadığına inanabilir, bu da partnerinin başka birisine yönelebileceği düşüncesini tetikleyebilir. Düşük öz saygı, kişinin ilişkisinde sürekli olarak reddedileceğinden veya terk edileceğinden korkmasına neden olabilir.

Duygusal güvensizlik, geçmiş ilişkilerde yaşanan duygusal ihlaller veya ebeveynlerle kurulan güvensiz bağlar gibi nedenlerden kaynaklanabilir. Bu güvensizlik, kişinin başkalarına güvenmek konusunda çekinceli olmasına ve sürekli olarak partnerinin niyetleri konusunda şüphe duymasına yol açabilir.

Aldatılma korkusu yaşayan bireyler sürekli endişe içinde olabilirler. Partnerlerinin sadakatini sorgular, küçük işaretlere aşırı tepki gösterir ve ilişkilerindeki herhangi bir belirsizlik durumunda endişe duyarlar. Bu durum, ilişkinin doğal gelişimini engelleyebilir ve bireyin sürekli olarak duygusal bir gerilim içinde olmasına neden olabilir.

Patolojik Kıskançlık

DSM-5’e (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders – 5th Edition) göre, patolojik kıskançlık, obsesif ve kontrol edilemeyen kıskançlık düşünceleri ve davranışlarına işaret eden bir durumdur. Bu durum, kişinin gerçek dışı kıskançlık inançlarına kapılmasını, partnerinin sadakatini sürekli sorgulamasını ve bu kıskançlıkla ilgili dürtüleri kontrol etmekte zorlanmasını içerir. DSM-5, bu durumu Obsesif Kıskançlık Bozukluğu olarak tanımlar ve genellikle kişinin sosyal ve işlevsel alanlarda önemli sıkıntılara yol açabilecek ciddi bir psikopatoloji olarak kabul eder. Bu bozukluk, bireyin ilişkilerinde güçlük çekmesine ve yaşam kalitesini olumsuz etkilemesine neden olabilir.

Aldatılma korkusuyla başa çıkma, bireyin bu duyguları anlamasını ve yönetmesini gerektirir. Terapi, bu konuda yardımcı olabilir, çünkü duygusal kök nedenleri anlamak ve bu korkularla başa çıkmak için etkili stratejiler geliştirmek önemlidir. İletişim becerilerini artırmak, güven oluşturucu davranışları teşvik etmek ve duygusal bağlılığı güçlendirmek, aldatılma korkusunu azaltmaya yardımcı olabilir.














Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

KİMLİK GELİŞİMİ

Kimlik gelişimi, bireylerin yaşamları boyunca kendilerini tanımlama, anlama ve kimliklerini oluşturma sürecini ifade eder. Bu kavram, psikoloji, sosyoloji ve gelişimsel bilimler gibi disiplinlerde incelenir ve bireyin kimlik oluşturma süreci karmaşık ve çok boyutludur. Kimlik gelişimi, bireylerin yaşamları boyunca sürekli bir süreçtir ve yaşamın farklı aşamalarında farklı şekillerde deneyimlenir. Bu süreç, bireyin kişisel değerleri, inançları, ilişkileri ve toplumsal rolleri anlama ve uyum sağlama yeteneğini yansıtır.

Kimlik gelişimi, bir bireyin kendisi hakkında bir kavrayış oluşturma ve bu kavrayışı zaman içinde geliştirme sürecini içerir. Bu kavrayış, bireyin kendisinin kim olduğu, neyi önemsediği, hangi değerlere sahip olduğu ve kendisini nasıl bir rolde gördüğü gibi faktörleri içerir. Kimlik gelişimi sürecinde, özellikle ergenlik döneminde, bireyler sık sık bir “kimlik krizi” deneyimlerler. Bu kriz, kim oldukları ve nereye ait oldukları konularında belirsizlik ve kararsızlık anlarını ifade eder. Bu dönemde bireyler, toplumun beklentileri, aile etkileri, arkadaş çevresi ve kişisel deneyimler gibi birçok faktörü göz önünde bulundurarak kimliklerini oluşturmaya çalışırlar.

Kimlik gelişimi, bireyin yaşadığı toplumun ve kültürün etkisi altında şekillenir. Toplumsal cinsiyet, etnik köken, din, dil ve sosyal sınıf gibi faktörler, bireylerin kimliklerini oluştururken önemli bir rol oynar. Bu nedenle, kimlik gelişimi, bireyin kendi deneyimlerinin yanı sıra sosyal ve kültürel etkileri de içerir.

Erik Erikson, kimlik gelişimi üzerine odaklanan en tanınmış teorilerden birini geliştirmiştir. Ona göre, kimlik gelişimi ömrün farklı aşamalarında devam eder, ancak ergenlik dönemi bu sürecin zirvesidir. Erikson, ergenlerin kimliklerini tanımlama ve bulma sürecinde bir “kimlik krizi” yaşadıklarını belirtir. Bu kriz, kişinin kim olduğu ve nereye ait olduğu konularında belirsizlik yaşadığı dönemdir. Kimlik krizini başarıyla aşmak, sağlıklı bir kimlik gelişimini simgeler.

Kimlik gelişimi sürecinde, bireyler farklı kimlik statülerinde bulunabilirler. Bu, bireylerin kimliklerini nasıl tanımladıkları ve geliştirdikleri konusunda farklılıklar yaşadıklarını gösterir. James Marcia, Erikson’un kimlik krizi teorisini geliştirerek kimlik statüleri kavramını tanıttı. Marcia’ya göre, kimlik statüleri dört kategoriye ayrılır. Araştırmaları, bireylerin bu farklı statülerde kimliklerini tanımladıklarını ve geliştirdiklerini göstermiştir.

Lawrence Kohlberg, kimlik gelişimini ahlaki gelişimle ilişkilendiren çalışmalar yapmıştır. Ona göre, ahlaki düşünce yetenekleri kimlik gelişimi ile bağlantılıdır. Kohlberg, bireylerin kimliklerini tanımlarken ahlaki düşünce kapasitelerini kullanabileceklerini öne sürmüştür.

Hazen ve Shaver, romantik ilişkilerin kimlik gelişiminde önemli bir rol oynadığına dair çalışmalar yapmışlardır. Bağlanma teorisi, bireylerin çocukluktan itibaren geliştirdikleri bağlanma stillerinin, yetişkinlikteki romantik ilişkiler ve kimlik gelişimi üzerinde etkili olduğunu öne sürer.

Kimlik gelişimi konusundaki araştırmalar, bireylerin kimliklerini bulma ve tanımlama sürecini daha iyi anlamamıza yardımcı olmuş, ancak, bireysel farklılıkları ve kültürel etkileri de göz önünde bulundurarak daha kapsamlı bakılması gerekmektedir.











Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

SAĞLIKLI BAĞLANMA

Ebeveyn ve Çocuk Arasındaki Bağ

İnsan yaşamının en temel ve güçlü ilişkilerinden biri, ebeveyn ve çocuk arasındaki bağdır. Bu bağ, çocuğun fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarını karşılayan bakım vereni/verenleri ile kurulur.

Bağlanma Çeşitleri neler?

Güvenli Bağlanma: Güvenli bağlanmış çocuklar, ebeveynlerinin her zaman yanlarında olacağını ve ihtiyaçlarının karşılanacağını bilirler. Bu çocuklar genellikle daha bağımsız, sosyal ve özgüvenli olurlar. Güvenli bağlanma, çocukların duygusal güven duygusu geliştirmelerine yardımcı olur.

Sağlıklı bağlanma, güvenli bağlanma türünü yansıtır. Bu tür bağlanmada, bakım veren ve çocuk birbirlerine güvenirler, duygusal olarak destekleyici ve anlayışlı bir ilişki geliştirirler. Sağlıklı bağlanmış çocuklar, ilişkilerde daha başarılı ve mutlu olma eğilimindedirler.

Kaygılı Bağlanma: Kaygılı bağlanmış çocuklar, ebeveynlerinin davranışlarını tahmin etmekte zorlanır ve çoğunlukla endişeli ve bağımlı olabilirler. Bu bağlanma türünde çocuklar, ebeveynin ilgisini sürekli olarak çekmeye çalışabilirler.

Kaçınmacı Bağlanma: Kaçınmacı bağlanmış çocuklar, ebeveynlerinin yardımına ihtiyaç duymamaya çalışırlar ve genellikle duygusal ifadeleri kısıtlıdır. Bu tür bağlanma, çocukların duygusal yakınlıktan kaçınma eğiliminde olduğu bir ilişki modelini yansıtır.

Anneden Ayrışma
Anne ve çocuk arasındaki ilişki, çocuğun yaşamının temelini oluşturur. Anne ve çocuk arasındaki bağ, emme sürecinden itibaren şekillenir. Bu ilişkinin sağlıklı olması, çocuğun duygusal güvenini artırır ve sosyal ilişkilerini güçlendirir. Anneden ayrışma, çocuğun kendi özgürlüğünü kazanmasına ve ayrı bir birey olarak gelişmesine yardımcı olan önemli bir süreçtir. Bu süreç, çocuğun kendi düşünce ve duygularını ifade etmesine, sorumluluklarını üstlenmesine ve kendi kararlarını vermesine fırsat tanır.

Bağlanma davranışları, çocuğun ebeveynleri / bakım verenleri ile ilişkisini yansıtan önemli göstergelerdir. Bu davranışlar, çocuğun duygusal gelişimini ve gelecekteki ilişkilerini şekillendirebilir. Bu nedenle, anne, baba ya da diğer bakım verenler ve çocuk arasındaki bağın sağlıklı bir şekilde geliştirilmesi ve sürdürülmesi, çocuğun psikolojik ve duygusal ihtiyaçlarının karşılanmasında kritik bir rol oynar.

Güvenli Bağlanma Davranışları

Güvenli bağlanmış çocuklar, bakım verenleri ile göz teması kurmayı severler. Göz teması, duygusal bağın güçlenmesine yardımcı olur ve iletişimi artırır.

Güvenli bağlanmış çocuklar, duygusal dengeyi daha iyi sağlarlar.

Bakım verenlerinden ayrıldıklarında dünyayı keşfetmek için daha rahatlardır, bağımsızlık duyguları gelişmiştir.

Kaygılı Bağlanma Davranışları

Kaygılı bağlanmış çocuklar, bakım verenlerine aşırı bağımlı olabilirler. Sürekli olarak annelerinin yanında kalmak isterler ve ayrılmaktan korkarlar.

Bu çocuklar, ebeveynlerinin davranışlarını tahmin etmekte zorlanır. Bakım verenin duygusal tutarsızlığı, çocukta endişe ve karmaşık duygular yaratabilir.

Kaygılı bağlanmış çocuklar, sık sık duygusal dalgalanmalar yaşayabilirler. Aniden mutlu olabilirlerken, hemen sonra üzüntü veya öfke gösterebilirler

Sürekli olarak ebeveynlerinden onay ve sevgi ararlar. Kendi öz saygıları zayıf olabilir ve dışsal onayı yetişkinliklerinde de sürekli olarak arayabilirler.

Kaçınmacı Bağlanma Davranışları

Kaçınmacı bağlanmış çocuklar, duygusal ifadeleri sıklıkla engellerler. Duvar örmeye eğilimli olabilirler ve bakım verene karşı duygusal olarak mesafe koymaya çalışırlar.

Bu çocuklar, bağımsızlık ve kendi kendine yeterlilik konusunda ısrarcı olabilirler. Yardım istemekten kaçınırlar ve duygusal ihtiyaçlarını bastırmaya eğilim gösterebilirler.

Kaçınmacı bağlanmış çocuklar, duygusal tepkileri sıklıkla sınırlarlar. Ebeveynlerinin yokluğuna veya ayrılmasına karşı sakin görünebilirler, ancak içlerinde duygusal bir uzaklık hissi taşırlar.

Ebeveynlerin davranışları, çocukların bağlanma stillerini büyük ölçüde etkiler. Ebeveyn davranışlarının bağlanma stillerini nasıl etkilediğine dair birkaç örnek:

Güvenli Bağlanma

  • Ebeveynler çocuklarının ihtiyaçlarını düzenli ve duyarlı bir şekilde karşılıyorsa.
  • Ebeveynler sevgi, şefkat ve anlayış göstererek çocuklarının duygusal ihtiyaçlarını karşılıyorsa.
  • Ebeveynler tutarlı bir şekilde sınırlar ve kurallar koyma konusunda adil bir yaklaşım sergiliyorsa.
  • Ebeveynler, çocuklarına güvenilir bir şekilde eşlik edip, onların duygusal dalgalanmalarına anlayışla yaklaşıyorsa.

Kaygılı Bağlanma

  • Ebeveynler sürekli olarak duygusal dalgalanmalar yaşayıp, çocuklarına karşı tahmin edilemez davranıyorlarsa.
  • Ebeveynler ilgi ve sevgiyi koşullu bir şekilde sunuyorlarsa (örneğin, çocuk sadece iyi davrandığında sevilir).
  • Ebeveynler arasındaki ilişkide sürekli çatışma ve belirsizlik varsa, çocuk kaygılı bir bağlanma geliştirebilir.

Kaçınmacı Bağlanma

  • Ebeveynler, çocuklarının duygusal ifadelerini bastırmalarını veya reddetmelerini teşvik ederlerse.
  • Ebeveynler, çocuklarının bağımsızlık ve kendi kendine yeterlilik kazanmalarını ön planda tutarlar, ancak duygusal ihtiyaçlarına fazla dikkat etmezlerse.
  • Ebeveynler, çocuklarına duygusal olarak uzak veya ilgisiz davranırlarsa.

Ebeveyn davranışları, çocuğun bağlanma stilini oluştururken temel bir rol oynar. Ancak önemli bir nokta şudur ki, bağlanma stilleri kesin bir kalıp içinde değildir ve zaman içinde değişebilir. Ebeveynler, çocuklarına duygusal destek ve güven sağlamak için çaba sarf edebilirlerse, çocukların bağlanma stilleri daha güvenli ve sağlıklı bir yöne evrilebilir. Ayrıca, ebeveynler arasındaki ilişkinin de çocuğun bağlanma stilini etkilediğini unutmamak önemlidir.











Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan