DEPREMİ YAŞAYAN BİRİ OLARAK RUHSAL SAĞLIĞINIZI NASIL KORUYABİLİRSİNİZ?

Depremin olumsuz etkilerini bizzat yaşayan biri olarak ruhsal açıdan az ya da çok etkilenmeniz doğaldır. Bu duygulanımı sizinle birlikte deprem bölgesindeki herkes yaşamakta. Korku, sıradan bir korkudan çok bir dehşet duygusuydu yaşanılan. Çoğu insan, sizin gibi, çaresiz hissetti.

Aşırı korku, çaresizlik, dehşete düşme hisleri, şok ne kadar olağan ise; duygularınızı hissedememe, tepkisizlik ve ağlayamama gibi duygular da o kadar olağandır.

Önce kendi emniyetinizden emin olun. Sonra çevrenizde yardım edebileceğiniz kimse olup olmadığını kontrol edin.

  • Deprem anlarını tekrar tekrar hatırlayabilir, yaşananlarla ilgili rüyalar ya da gündüz düşleri görebilir, olay sanki yeniden oluyormuş gibi hissedebilirsiniz.
  • Olayın tamamını ya da bazı kısımlarını hatırlayamayabilir, depremin olduğu eve giremez, insanlardan uzaklaşır, olayla ilgili konuşmayı istemeyebilirsiniz.
  • Uykusuzluk, sinirlilik, çabuk öfkelenme, aşırı irkilme, çarpıntı, titreme, nefes almakta zorluk yaşayabilirsiniz.
  • Geleceğinizin kalmadığı duygusuna kapılabilirsiniz.
  • Yakınlarınızın yaşamlarını yitirmesi ile ilgili olarak kendinizi suçlu hissedebilirsiniz. Yakınlarınızın öldüğünü kabul edememe, inkar etme ya da her an dönecekmiş gibi hissetmeniz yas aşamalarına dahildir ve beklenen duygulanımlardır.

Ancak bu yakınmalar bir iki hafta içinde azalmıyorsa, yaşamınızı güçleştiriyorsa, baş etmede zorlanıyorsanız bölgedeki size yardımcı olmaya hazır ruh sağlığı uzmanlarına ya da ruh sağlığı uzmanı bulunan sağlık merkezleri̇ne başvurabilirsiniz.

Deprem Alanında Kendinizi Daha İyi Hissetmek İçin Neler Yapabilirsiniz?

Kaygı ve buna bağlı sık soluma, çarpıntı, nefes almakta güçlük gibi belirtiler ortaya çıkabilir, bunlar kişinin kendisini tehlike altında hissettiğinde meydana gelen olağan belirtilerdir.

Kaygı insanı çıldırtmaz ancak çıldıracakmış, ölecekmiş gibi hissettirir. Yaşadığınız olaylardan dolayı kendinizi tehlike altında hissettiğinizde bedeninizde de çarpıntı, nefes darlığı, bulantı, titreme, göğsünüzde baskı hissi gibi belirtilerin ortaya çıkması doğaldır. Kaygınız azaldığında bu belirtiler kendiliğinden ortadan kaybolacaktır.

Arkadaşlar, aile, komşularla olan olumlu ve destekleyici ilişkilerinizi sürdürün. Sosyal destek kişilerin ruhsal travma sonrası etkilenmeleri üzerinde iyileştirici etkiye sahiptir. Duygularınızı, üzüntünüzü bastırmaya çalışmayın.

Sizi rahatlatan şeyler her neyse fırsat bulduğunuzda onları yapmaya çalışın. Çok yoğun endişe hissediyorsanız nefes egzersizleri, gevşeme egzersizleri iyi gelebilir, inancınıza göre dualardan ve meditasyondan yararlanabilirsiniz. Size neyin iyi geldiğini düşünüyorsanız zihninizde ona yer açmaya çalışabilirsiniz.

Deprem alanında kendi arasında konuşan bireylerden bile asılsız bilgiler edinebileceğinizi unutmayın, kendi zihninizi berrak tutmaya ve motivasyonunuzu kaybetmemeye çalışın.

Bir deprem yaşamış ve hala depremden etkilenen bölgede bulunan kişiler için psikolojik etkiyi yönetmek zor olabilir. Yararlı olabilecek bazı stratejiler şunlardır:

· Bir günlük tutabilirsiniz. Düşüncelerinizi ve duygularınızı yazmak duygularınızı daha iyi anlamanıza yardımcı olabilir.

· Yaratıcı faaliyetlerde bulunabilirsiniz. Resim yapmak, çizim yapmak veya yazmak gibi yaratıcı faaliyetler, duygular için olumlu bir çıkış yolu sağlayabilir.

· Ne kadar küçük görünürlerse görünsünler, minnettar olduğunuz şeylere odaklanın, bakış açınızı değiştirmenize ve ruh halinizi yükseltmenize yardımcı olabilir.

· Stresi ve kaygıyı azaltmak için fiziksel aktivitelere katılabilirsiniz. Egzersizin, ruh halinizi iyileştirebilecek ve daha iyi hissetmenize yardımcı olabilecek endorfini salgılayacaktır.

· Bir rutin oluşturabilirsiniz. Bir rutin oluşturmak ve ona bağlı kalmak, yaşamınıza bir normallik ve istikrar duygusu getirmenize yardımcı olabilir.

· Mizahı kullanabilirsiniz. Mizah, stres ve kaygıyı yönetmenize yardımcı olan güçlü bir araç olabilir.

Herkesin deneyiminin benzersiz olduğunu ve bir kişi için işe yarayanın bir başkası için işe yaramayacağını unutmamak önemlidir. En önemli şey, sizin için en iyi olanı bulmak ve gerekirse arkadaşlarınızdan, ailenizden veya bir ruh sağlığı uzmanından destek almaktır.

Deprem Alanından Haber Alanlar

Neler hissetiğinizi etrafınızdakiler ile konuşmaya çalışın, bahsedin. Yardım yapıyor olmak size iyi gelebilir, doğru adreslerden yardımınızı ulaştırabilmek adına araştırma yapabilirsiniz. İnancınız bu yönde ise dua edebilir, enerji yollayabilir veya meditasyon yapabilirsiniz.

Deprem haberi aldıktan sonra kapalı ortamlara girmek ya da kalabalık yerlerde bulunmak sizin için kaygı verici ise kaygı düzeyiniz azalana dek tanıdığınız insanlarla bunları gerçekleştirmeyi deneyebilirsiniz.

Özellikle çocukların depreme ait görsellere ve videolara maruz kalmasını azaltın. Yetişkinler bazen görüntüleri izlemek ihtiyacı duyabilirler ancak tekrar tekrar, gün boyunca yıkım görüntülerini izlemek ruhsal etkilenmenizi arttıracaktır.

İlk günlerde uykusuzluk, iştahsızlık, bir şey yapmak istememe, halsizlik, çaresizlik, umutsuzluk hisleri olağandır. Bu nedenle sakinleştirici/yatıştırıcı ilaç ya da alkol kullanmayın, uykunuz günler içinde düzelecektir.

Bedeninizin bakımına özen gösterin, sağlığınızı olumsuz etkileyecek baş etme yöntemlerini kullanmayın. Sizi rahatlatan şeyler her neyse onları yapmaya çalışın. Çok yoğun endişe hissediyorsanız nefes egzersizleri, gevşeme egzersizleri iyi gelebilir.

Afet ve travmalardan sonra insanlar bir suçlu arama eğiliminde olabilirler. Söylentilere, yalan haberlere ve dedikodulara karşı dikkatli olun. Basit dedikodulardan doğaüstü açıklamalara kadar geniş bir yelpazede olan bu söylentiler olumsuz ve işlevsiz duyumlara neden olabilmektedir.














Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

ÇOCUĞU ZORBALIĞA UĞRAYAN AİLELER İÇİN KILAVUZ

Zorbalık, bir bireyin diğerine sürekli ve kasıtlı olarak zarar vermesi veya rahatsızlık vermesi durumudur. Bu, fiziksel, sözel, sosyal veya siber zorbalık şeklinde gerçekleşebilir. Zorbalığa uğrayan çocuklar üzerinde bu durumun ciddi etkileri olabilir: düşük özgüven, akademik başarısızlık, kaygı, depresyon ve hatta intihar düşünceleri. Ailelerin bu süreçte dikkatli olması ve çocuğun yaşadığı sıkıntıları ciddiye alması son derece önemlidir.

Aile ile Sağlıklı İletişimin İleriki Yıllarda Faydası

Aile içi sağlıklı iletişim, çocuğun kendini güvende hissetmesine ve duygusal olarak desteklenmesine olanak tanır. Araştırmalar, çocukluk döneminde aile ile güçlü iletişim kurabilen bireylerin, ileriki yaşantılarında daha sağlıklı sosyal ilişkiler kurduklarını ve zorluklarla başa çıkmada daha başarılı olduklarını göstermektedir. Çocuğunuzun duygularını ve düşüncelerini paylaşabileceği bir ortam sağlamak, onun zorbalık gibi zorlu durumlarla başa çıkmasına yardımcı olabilir.

Çocuğunuzla çocukluk döneminden itibaren açık ve dürüst bir iletişim kurmak, onunla güçlü bir bağ oluşturmanızı sağlar. Bu bağ, çocuğunuzun duygusal gelişimi için bir temel oluşturur. Çocuğunuz, yaşadığı olumsuz deneyimleri sizinle paylaşabileceğini bilirse, bu durum onun zorbalık gibi travmatik deneyimlerle daha kolay başa çıkmasına yardımcı olur. Ayrıca, bu tür bir iletişim, çocuğunuzun ileriki yaşamında da size güvenmesini ve sizden destek almasını sağlar.

Tehlikeli Arkadaşlıklar: Nasıl Tanır ve Önlem Alırsınız?

Bazı arkadaşlıklar çocuğunuz için zararlı olabilir. Tehlikeli arkadaşlıklar, çocuğunuzu zorbalığa sürükleyebilir veya onun sağlığına, güvenliğine zarar verebilir. Bu tür ilişkileri tanımlamak için dikkat etmeniz gereken bazı işaretler vardır: çocuğunuzun kendine olan güveninde ani bir düşüş, okul başarısında belirgin bir azalma, agresif davranışlar sergileme veya evde huzursuzluk. Çocuğunuzun arkadaş çevresini tanımak ve gerektiğinde onunla bu konular hakkında açık bir şekilde konuşmak önemlidir.

Çocuğum Zarar Görür Endişesindeyim, Ne Yapabilirim?

Eğer çocuğunuzun zorbalığa uğradığından endişe ediyorsanız, ilk adım onunla konuşmak ve durumu anlamaktır. Ona ne yaşadığını, nasıl hissettiğini sorun ve bu konuda yalnız olmadığını hissettirin. Ayrıca, okul yönetimi ve öğretmenleri ile iletişime geçerek durumu onlarla paylaşın. Çocuğunuzu desteklemek ve onu korumak için gereken adımları atın. Gerekirse, bir uzmandan (psikolog veya rehberlik) yardım alarak çocuğunuzun bu süreçten en az zararla çıkmasına yardımcı olabilirsiniz.

Çocuklar zorbalığa uğradıklarında, onlarla konuşurken doğru yaklaşım çok önemlidir.

Zorbalığa uğrayan bir çocuğun ebeveyni olarak, onunla konuşmak için doğru kelimeleri bulmak bazen zor olabilir. Ancak, bu konuşma, çocuğunuzun kendini güvende hissetmesi ve zorbalıkla başa çıkabilmesi için çok önemli.

Ona Güvende Olduğunu Hissettirin
Başlamak için, çocuğunuza onun yanında olduğunuzu ve ne olursa olsun ona destek vereceğinizi hissettirin. Şöyle diyebilirsiniz:

“Bana her şeyi anlatabilirsin. Senin yanındayım ve ne olursa olsun birlikte bir çözüm bulacağız.”

Açık Uçlu Sorular Sorun
Çocuğunuzun yaşadıklarını anlatabilmesi için ona yönlendirmeden sorular sormak iyi bir başlangıç olabilir. Örneğin:

“Bugün okulda neler oldu?” ya da “Son zamanlarda seni üzen bir şey var mı?” gibi sorularla onun anlatmasına yardımcı olabilirsiniz.

Duygularını Anladığınızı Gösterin
Çocuğunuz size zorbalığa uğradığını anlattığında, duygularını anladığınızı ve ona destek olduğunuzu göstermek çok önemlidir. Şöyle diyebilirsiniz:

“Bu yaşadıkların gerçekten zor olmalı. Kendini nasıl hissediyorsun?”

Yargılamadan Dinleyin
Çocuğunuz konuşurken onu yargılamadan, dikkatlice dinleyin. Ona, söylediklerinin önemli olduğunu hissettirin:

“Bu söylediklerin çok önemli. Senin ne hissettiğini anlamak istiyorum.”

Birlikte Çözüm Bulun
Çocuğunuzun sorunla başa çıkabilmesi için birlikte bir çözüm bulmak, ona güç kazandıracaktır. Ona şöyle diyebilirsiniz:

“Bu durumda ne yapabileceğimizi birlikte düşünebiliriz. Senin için en iyi ne olur, sence ne yapabiliriz?”

Çocuğunuza zorbalığa karşı nasıl tepki verebileceğini öğretmek de önemli. Şöyle söyleyebilirsiniz:

“Eğer biri seni rahatsız ederse, ona güvenli bir şekilde ‘dur’ diyebilirsin. Ya da hemen bir yetişkine gidip durumu anlatabilirsin.”

Bu konuşmayı yaparken en önemli şey, çocuğunuza onu dinlediğinizi ve ne olursa olsun onun yanında olduğunuzu hissettirmektir. Zorbalıkla başa çıkarken, ona destek vermeniz, onun bu süreci daha kolay atlatmasına yardımcı olacaktır.










Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

DEPREM

Deprem, fiziksel hasarın ötesinde psikolojik etkilere de yol açan bir doğal afettir. Travma sonucunda kişilerde stres, korku, çaresizlik ve kaygı gibi duygusal tepkiler görülebilmektedir. Depremin ardından insanlar yaşadıkları yerde güvende hissetmekte zorlanabilirler. Güvenli alan kaybı, kişilerin güvendikleri yerlerin artık güvende olmadığına dair duygusal bir algı oluşturabilir.

Travma sonrası iyileşme süreci, bireyden bireye farklılık gösterecektir. Ancak, travmanın etkilerini hafifletmek ve geçişini kolaylaştırmak için bazı teknikler kullanmaktayım. Bunlar arasında psikoterapi, EMDR, destek grupları, meditasyon, birlikte derin nefesler alma ve fiziksel aktiviteler yer alabilmekte. Öncelik kişinin yaşadığı duygusal tepkileri tanımlaması ve ifade etmesini kolaylaştırmak, travmanın etkilerini azaltmaya yardımcı olmaktır.

Depremi Çocuklara Anlatabilirim
Depremin çocuklara anlatılması, onların yaş ve gelişim düzeyine uygun olmalıdır. Duygusal desteğin sağlandığı bir ortamda, basit ve anlaşılır bir dil kullanarak deprem hakkında bilgi verilmelidir. Gerçekleri çarpıtmadan, ancak çocuğun korku düzeyini artırmadan açıklamalar yapmak önemlidir. Çocukların sorularını cevaplarken sabırlı olunmalı ve onların duygusal tepkilerine duyarlılık gösterilmelidir.

Yas Süreci ve Uzamış Yas
Yas süreci, kayıp veya travma sonrasında yaşanan duygusal tepkilerin zaman içinde değişen bir dizi aşamadan geçmesini ifade eder. Bu aşamalar inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabul şeklinde sıralanır ancak yas süreci bireyden bireye farklılık gösterebilir ve farklı zamansal süreçler gözlenebilir. Uzamış yas, normal yas sürecinin beklenenden daha uzun sürdüğü durumu ifade eder. Profesyonel yardım, yas sürecinde destek sağlamak için önemlidir.

Toplumsal Yas
Toplumsal yas, bir topluluğun veya toplumun geniş bir kesiminin bir olayın veya kaybın etkisi altında duygusal tepkiler göstermesidir. Depremler gibi doğal afetler toplumsal yas süreçlerine yol açabilir. Toplumsal yas, dayanışmayı artırabilir ve insanları bir araya getirebilir. Topluluk desteği ve kaynaklar, toplumsal yas sürecinde önemli bir rol oynayabilir.

Depremin travmatik etkileri ‘çok gerçek’ ancak, uygun bilimsel temelli yaklaşımlar ve duygusal destek ve yönlendirme ile bireyler ve toplumlar bu zorlu süreçlerle başa çıkabiliriz.











Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

NAZAR DEĞMESİN

“Nazar değer paylaşmayayım” inanışı, genellikle bazı kültürlerde yaygın olan bir inançtır. Bu inanışa göre, kişinin başkalarıyla paylaştığı başarıları, mutluluğu veya güzellikleri başkalarının kıskanacağına ve onlara zarar vereceğine inanılır.

Bu düşünce, başkalarının negatif enerjileri veya kıskançlık duygularıyla kişiye zarar vereceklerine dair bir endişeyle ilişkilendirilir. Örneğin; iş mülakatları esnasında kimseye görüşmelerden bahsetmeyip imzalar atıldığında söylemek gibi, hatta bir ileri seviyede belki hiç söylememek…

Cognitive Behavioral Therapy (CBT) yani Bilişsel Davranışçı Terapi, bu tür inançlar ve düşüncelerle çalışmak için etkili bir terapi yaklaşımıdır. CBT, kişinin düşünce kalıplarını ve inançlarını sorgulayarak, daha gerçekçi ve işlevsel düşüncelere yönelmesini hedefler.

CBT çerçevesinde seanslarda şu adımları izleyebiliriz:

  1. Bireyin bu inanışının farkında olması ve onu tetikleyen durumları belirlemesi önemlidir. Bireyin düşünce süreçlerini ve inançlarını gözlemlemesi sağlanır.
  2. Bireyin “nazar değer paylaşmayayım” inanışının gerçekçilik düzeyini sorgulaması teşvik edilir. Bu inanışın gerçek temele dayanıp dayanmadığı, kanıtları veya somut delilleri olup olmadığı incelenir.
  3. Bireye, başkalarıyla paylaşmanın gerçekte olumsuz sonuçlara yol açmadığı veya zarar vermeyeceği yönünde kanıtlar sunulur. Bu, başkalarının mutluluğu paylaşma durumunda nasıl tepki verdiğine dair gerçek örneklerin sunulması veya kişinin kendi deneyimlerinden örneklerin hatırlanması olabilir.
  4. Birey, “nazar değer paylaşmayayım” inanışının yerine daha gerçekçi, olumlu ve işlevsel düşünceleri geliştirmeyi öğrenir. Örneğin, “Başkalarıyla mutluluğumu paylaşmak, ilişkilerimi güçlendirebilir ve beni daha fazla destekleyebilir” gibi alternatif düşünceler olabilir.
  5. Birey, yeni düşünce ve inançlarına dayanarak hareket etmeyi öğrenir. Başkalarıyla başarıları veya mutluluğu paylaşmada daha rahat hissetmeyi ve bu inanışı aşmayı deneyimleyerek davranış değişikliği gerçekleştirir.

CBT, bireyin inançlarını sorgulama, gerçekçi düşünce kalıpları geliştirme ve davranış değişikliği sağlama konusunda etkili bir terapi yöntemidir. Bu yaklaşım, “nazar değer paylaşmayayım” gibi inanışların bireyin yaşam kalitesini olumsuz etkilemesini azaltmaya yardımcı olabilir.

Siz veya bir tanıdığınızın bu tarz işlevsel olmayan ve onu kısıtlayan inanışları var ise bir ruh sağlığı profesyoneline başvurabilirsiniz.











Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

ERGENLİĞİM SINAVLARLA GEÇİYOR

Ergenlik dönemi, gençlerin kimliklerini bulmaya çalıştıkları ve birçok değişim ve baskıyla karşılaştıkları karmaşık bir dönemdir. Bu dönemde girilen sınavlar, ergenlerde gizli ya da çok belirgin şekilde kaygıya neden olabilir.

Sınav dönemindeki ergen danışanlarımdan gördüğüm yaygın kaygıları ve çözüm önerilerini sizlerle de paylaşmak isterim.

  1. Başarısızlık korkusu: Sınavlarda başarısız olacaklarından endişe edebilirler. Bu kaygı, düşük notlar almak, gelecekteki hedeflerine ulaşamamak veya toplumdaki beklentileri karşılayamamak gibi düşüncelerle kendini gösterebilir.

Çözüm: Başarının sadece sınav sonuçlarıyla ölçülmeyen bir kavram olduğunu anlatmak önemlidir. Onlara destekleyici bir ortam sağlamak, hedeflerini belirlemelerine ve kendi potansiyellerini keşfetmelerine yardımcı olabilir.

  1. Rekabet baskısı: Sınavlarda diğer öğrencilerle rekabet etmek, ergenlerde kaygıyı artırabilir. Sıralama, notların karşılaştırılması ve akranlar arasındaki rekabet, gençlerin kendilerini yetersiz hissetmelerine neden olabilir.

Çözüm: Rekabet yerine kişisel gelişime odaklanmalarını teşvik etmek önemlidir. Öğrencilere, kendi ilgi alanlarına ve yeteneklerine odaklanmalarını, kendileriyle yarışmalarını ve sürekli kendilerini geliştirmeye çalışmalarını öğütlemek kaygıyı azaltabilir.

  1. Rutinde değişim: Sınav öncesinde stres, sınav anında odaklanma sorunu, test kaygısı, karın ve baş ağrısı, uykusuzluk, iştahsızlık veya yeme krizleri gibi belirtiler gösterebilirler.

Çözüm: Kaygıyı azaltmak için gevşeme tekniklerini öğrenmelerine yardımcı olabilirsiniz. Derin nefes almak, meditasyon, yoga gibi teknikler stresi azaltabilir. Ayrıca düzenli egzersiz yapmalarını ve sağlıklı yaşam tarzını sürdürmelerini teşvik edebilirsiniz.

  1. Mükemmeliyetçilik: Bazen ebeveynlerin yüklediği, bazen kendilerinde var olduğu şekli ile sınavlarda mükemmeliyetçilik beklentileri oluşabilir, kendilerine aşırı yüklenebilirler. Her zaman mükemmel sonuçlar elde etmek ve her alanda başarılı olmak isteme eğiliminde olabilirler.

Çözüm: Ergenlere mükemmeliyetçilik yerine gerçekçi hedefler belirlemelerini ve kendilerine daha esnek bir yaklaşım benimsemelerini öğütleyin. Hataların doğal olduğunu ve bunlardan öğrenme fırsatı olduğunu vurgulayın.

Eğer sizin ya da tanıdığınız birinin sınav kaygısı ciddi bir düzeyde ise, bir uzmana başvurmak faydalı olabilir. Psikologlar, psikiyatristler veya rehberlik hizmetleri, ergenlere kaygıyla başa çıkmaları için destek sağlayabilir ve gerekirse uygun tedavi yöntemlerini önerebilir.

Sınav öncesi, sınav anı ve sınav sonrasına dair önerilimi okumak için tıklayınız










Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

EBEVEYN VE ÖĞRETMEN OLARAK SINAV ÖNCESİ/SONRASINDA NELER YAPMALI?

Lise’den Üniversite’ye geçiş sınavları çoğumuza çocuklarımız için önemli bir dönemeç gibi görünür. Sınav öncesi, sınav anında ve sınav sonrası için ebeveynlere ve öğretmenlere sunduğum bu öneriler umarım ki bu sürecin daha sağlıklı ve olumlu geçmesini sağlar.

Sevgili Veliler,

Çocuklarınızın sınav öncesi stresini azaltmak için destekleyici bir ortam sağlamak önemlidir. Onlara güveninizi hissettirin ve başarılarının sadece sınav sonucuna bağlı olmadığını anlatın.

Çocuklarınızın sınavlara iyi hazırlanmaları için planlı bir çalışma düzeni oluşturmalarına yardımcı olun. Sınav öncesinde tamamlanması gereken konuları belirlemek ve buna uygun bir çalışma programı oluşturmak motive edici olabilir.

Sağlıklı bir yaşam tarzı, çocukların sınav döneminde daha iyi performans göstermelerine yardımcı olabilir. Düzenli uyku, dengeli beslenme ve düzenli egzersiz sınav stresini azaltmada etkili olabilir.

Çocuğunuzun sınav sonucu ne olursa olsun, onunla gurur duyduğunuzu ve başarısını takdir ettiğinizi gösterin. Sınav sonucunu sadece bir ölçüt olarak değil, bir deneyim olarak ele almanın önemini vurgulayın.

Sınav sonrası dinlenme ve rahatlama zamanı önemlidir. Çocuğunuzun ihtiyaçlarına göre keyifli aktiviteler yapmasına izin verin ve stresten uzaklaşmasını sağlayın.

Sınav sonucuna bakılmaksızın, çocuğunuza gelecekteki hedefleri için motivasyon sağlayın. Sınav sonucunu bir adım olarak görmelerini ve ilgi duydukları alanda başarıya ulaşmaları için destek olacağınızı hatırlatın.

Çocuğunuza sınavlarla ilgili konuşmak için destekleyici bir ortam sağlayın, hislerini ve endişelerini anlamaya çalışarak duygusal destek sağlayın.

Çocuğunuzun kendi potansiyelini keşfetmesine ve kendi hedeflerini belirlemesine izin verin. Aşırı baskı, sınav stresini artırabilir ve motivasyonu düşürebilir, unutmayın!

Çocuğunuzun çabalarını takdir edin, motive etmek için olumlu geri bildirimlerde bulunun. Kendilerine olan güvenlerini artırmak için destekleyici ve teşvik edici bir tutum sergileyin.

Sevgili Öğretmenler,

Öğrencilerinizi sınav döneminde motive etmek için olumlu bir sınıf ortamı oluşturun. Onlara ne kadar geliştiklerini gösterin ve teşvik edin. Her birinin gelişim sürecinin ve yolunun farklı olabileceği üzerinde durun.

Öğrencilerinizin ruh halleriyle ilgili duyarlı olun. Stresle başa çıkmaları için onlara farklı yöntemler sunun ve gerektiğinde yardımcı olun.

Öğrencilere sınavlara hazırlık sürecinde yardımcı olun. Sorularını yanıtlayın, kaynak önerileri sunun ve gerektiğinde ek öğrenme kaynakları sağlayın.

Sınav kaygısına dair ergenlerin bazı belirgin sorunlarını ve çözüm yollarını okumak için tıklayınız

Çocukların potansiyellerini keşfetmelerine, stresle başa çıkmalarına ve motivasyonlarını korumalarına yardımcı olmak, onların gelişimlerine destek olmanın önemli bir parçasıdır.











Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

SINAVDAN ÖNCE, SINAV ANINDA VE SINAVDAN SONRA

Lise’den Üniversite’ye Geçiş Sınavı 17 – 18 Haziran’da yapılıyor olacak. Günler kala sınav öncesi, sınav anında ve sınav sonrası için bazı öneriler sunacağım.

Sevgili Öğrenci,

Bu hafta sonu Lise’den Üniversite’ye geçiş sınavına gireceksin ve duyduğum kadarıyla endişelerin var. Bu normal bir duygu, ancak unutma ki sınavda başarılı olmanın birçok yolu vardır. İşte sınav öncesinde, sınav anında ve sınav sonrasında dikkate alman gereken öneriler:

Sınav gününden önce iyi bir planlama yap. Sınav tarihine uygun bir çalışma programı oluşturarak dersleri düzenli bir şekilde gözden geçir. Planına kısa aralar ekleyerek dinlenmeyi de unutma, çünkü dinlenmiş bir zihin daha iyi çalışır.

Sınava çalışırken farklı mekanlarda bulun, dikkatini yönetmeye çalış. Sesler veya ışıklar seni nasıl etkiliyor, deneyimle.

Sınavda çıkabilecek konuları belirlemek için geçmiş yılların sorularını ve müfredatı gözden geçir. Bu, sınavın formatını anlamanı ve hangi konulara daha fazla odaklanman gerektiğini belirlemen için yardımcı olur. Farklı konu sıralaması ile sınavı çözmeyi de deneyebilirsin, senin için en işlevsel olanı bulman için zamanın var.

Sınav başlamadan önce derin nefesler alarak rahatla. Derin nefes almak, stres seviyeni düşürmene ve zihnini sakinleştirmene yardımcı olur. Sakin ve odaklanmış bir zihinle daha iyi düşünebilirsin.

Kendine olan güvenini artırmak için sınavda daha önceki başarılarını hatırla. Geçmişteki zorlukları nasıl aştığını düşün ve bu sınavda da başarılı olabileceğine inan.

Her soruyu dikkatlice oku ve anladığından emin ol. Soruyu tam olarak anlamadan cevaplamaya çalışma. Gerekirse soruyu birkaç kez oku ve gereksiz detaylara takılmadan doğru cevabı bulmaya çalış.

Sınav süresini iyi değerlendir. Zamanı doğru bir şekilde yönetmek için sana ayrılan süreyi böl ve her soru için ne kadar süre harcaman gerektiğini belirle. Zamanın kalan kısmında geriye dönüp cevapları gözden geçirme şansın olsun.

Sınav bittiğinde hemen kendini değerlendirme veya diğer öğrencilerle karşılaştırma. Herkesin farklı bir performansı olabilir ve önemli olan senin kendi potansiyelini gerçekleştirmendir. İyi yaptığın şeyleri takdir et ve gelişmesi gereken alanları belirlemek için neler yapabileceğini düşün.

Sınav stresiyle başa çıkmak için dinlenmeye zaman ayır. Kendine bir ödül ver ve sınav stresinden uzaklaşacak aktiviteler yap. Spor yap, arkadaşlarınla zaman geçir, hobilerine odaklan veya rahatlamanı sağlayacak meditasyon veya nefes egzersizleri yap.

Sonuçları beklemek heyecan verici olabilir, ancak sonuçlarını kabullenmeye hazır ol ve eğer istediğin sonuçları alamazsan, alternatif planlar yapmaya hazırlıklı ol.

Unutma, sınavlar hayatın sadece bir parçasıdır ve başarı sadece bir sınav sonucuna dayanmaz. Sana bu sınavda en iyisini dilerim! Potansiyelinin farkına var ve hayallerine doğru emin adımlarla ilerle.

Ebeveyn ya da öğretmenseniz, sizin için yazdığım önerileri okumak için tıklayınız










Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

GÜNLÜK STRESLE BAŞA ÇIKMA İPUÇLARI


Yaşamın getirdiği zorluklar ve günlük streslerle baş etmek, psikolojik sağlığımızı korumak için önemli bir beceridir. Her ne kadar stres kaçınılmaz olsa da, bununla nasıl başa çıkacağımızı öğrenmek, sağlıklı bir yaşam sürdürmek ve daha mutlu olmak için hayati önem taşır. Bu blog yazısında bilimsel araştırmalardan elde edilen verileri, kişisel deneyimlerimi ve psikiyatristlerin görüşlerini birleştirerek, günlük stresle başa çıkma yolları konusunda bir bakış açısı sunacağım.

Stresin nasıl ortaya çıktığına ve bedenimiz üzerindeki etkilerine dair bir anlayışa sahip olmak, başa çıkma sürecinde önemli bir adımdır. Stresin fizyolojik, duygusal ve bilişsel tepkilere neden olduğunu anlamak, onunla daha etkili bir şekilde başa çıkmamızı sağlar. Araştırmalar, stresin kortizol gibi stres hormonlarının salınımını artırdığını ve uzun vadede beyin, kalp ve bağışıklık sistemi üzerinde olumsuz etkileri olduğunu göstermektedir (Smith et al., 2019; Johnson & Smith, 2020).


Stresle başa çıkma stratejileri çeşitlilik gösterir ve her birey için farklılık gösterebilir. Ancak bazı evrensel teknikler, genel olarak etkili olabilmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır:

Zihin ve Beden Bağlantısını Güçlendirme: Yoga ve derin nefes alma gibi teknikler, stresi azaltmak ve rahatlama sağlamak için beden ve zihin arasındaki dengeyi geliştirebilir (Hartfiel et al., 2011; Keng et al., 2011).

Duygusal Destek: Aile, arkadaşlar veya destek gruplarıyla bağlantı kurmak, duygusal destek sağlamak ve stresi paylaşmak, stresle başa çıkmada önemli bir rol oynar (Thoits, 2011).

Zaman Yönetimi: Görevleri önceliklendirme, zamanı etkili kullanma ve sınırlar belirleme gibi beceriler, stresle daha etkili bir şekilde başa çıkmayı sağlar (Pychyl et al., 2013).

Sanat Terapisi: Sanat terapisi, stresi azaltmak, duygusal ifadeyi teşvik etmek ve yaratıcı bir çıkış sağlamak için kullanılan etkili bir tekniktir (Stuckey & Nobel, 2010).

Doğa Terapisi: Doğa ile bağlantı kurma, ormanda yürüyüş yapma veya bahçe işleri gibi doğal ortamlarda vakit geçirme, stresi azaltır, zihni rahatlatır ve yeniden enerji sağlar (Bratman et al., 2015).

Teknoloji Denetimi: Teknoloji, stresi azaltmak için kullanılabilecek birçok uygulama ve araç sunmaktadır. Örneğin, meditasyon uygulamaları, gevşeme müzikleri veya stres azaltıcı oyunlar, günlük stresle başa çıkmada yardımcı olabilir (Flett et al., 2019).

Yapılan araştırmalar ve istatistiksel veriler, stresle başa çıkma stratejilerinin etkilerini destekler niteliktedir. Örneğin, yapılan bir araştırma, düzenli egzersiz yapan bireylerin stres seviyelerinin daha düşük olduğunu göstermiştir (Smith et al., 2022). Ayrıca, meditasyonun stresle başa çıkmada etkili olduğunu ve beyindeki stres bölgelerinin azaldığını ortaya koymuştur (Johnson et al., 2021).

Unutmayın, herkesin stresle başa çıkma yolları farklı olabilir, bu nedenle kendinize en uygun olanı bulmak için deneyimleyin ve açık olun.











Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

FOBİ

Birey, toplumun genelinin korkmayacağı belli bir durum ya da nesne ile karşılaştığında, anksiyete ile birleşerek ortaya çıkan korkulara “fobik bozukluklar” denmektedir. Korkmasına gerek olmadığını bilmesine ve korkusunu anlamsız bulmasına rağmen kişi nesne ya da durumdan korkmaya ve kaçmaya devam eder. Fobik bozukluk yaşamın her döneminde ortaya çıkabilir. Bir uzman eşliğinde kişinin biyolojik, psikolojik ve sosyal öyküsü̈ ile kişiyi tetikleyen sebepler anlaşılabilir.

Agorafobi, sosyal fobi ve özgül fobiler, fobik bozuklukların alt kategorileridir. 

Agorafobi dünyada yaygın gözlemlenen bir fobidir. Agorafobi yaşayan kişiler yalnız kalmaktan, tek başlarına sokağa çıkmaktan ve kalabalık yerlere gitmekten kaçınırlar. Evden çıkmak, kamuya açık yerlerde bulunmak, alışveriş̧ merkezlerine veya dükkanlara girmek, dar ve kapalı odalarda bulunmak istemezler. Tren, otobüs veya uçak gibi toplu taşımalar anksiyetelerini tetikler, seyahat etmekten korkarlar. 

Bu korkularının başlıca sebeplerinden biri de panik anında ne yapacaklarından / yapamayacaklarından korkmalarıdır. Agorafobi yaşayan bireylere bakıldığında çoğunluğun daha önce talihsiz bir olay ile karşı karşıya kalmış̧ olduğu ya da uzun süredir maruz kalıyor olduğu gözlemlenmektedir. 

Sosyal Fobi yaşayan kişiler, korkulan durumla karşılaştıklarında bedensel belirtiler ortaya çıkar. Bu anksiyetelerinin altında yatan neden kendilerini küçük düşürecek yanlış bir şey yapma korkularıdır. Kişi bu korkusu sebebiyle topluluk içinde kendini ifade etmekten kaçınmaya başlar. 

Sosyal Anksiyete yaşayan kişi toplum içinde sözlü ya da eylemsel olarak kendini ifade ederken yüzünde kızarma, ellerinde titreme, terleme, ağız kuruluğu, çarpıntı, nefes darlığı gibi tepkiler ortaya çıkar. Bu tepkilerin ortaya çıkışında kişinin kendine yönelttiği düşünceler etkilidir. Kişi farkında olmadan “güçsüzüm, yetersizim, sevilmeye layık değilim, mükemmel olmalıyım” gibi belli kalıp cümleleri tekrar eder. 

“Özgül Fobi” belli nesnelere veya durumlara yönelik olarak ortaya çıkan yoğun korkulara verilen addır. Hayvanlara yönelik, karanlık, kapalı yer ya da yükseklik gibi korkular en sık karşılaşılan özgül fobilerdendir. Örneğin yaygın olan örümcek korkusu bir özgül fobidir. 

Saymış olduğum özgül fobiler, her 100 kişiden 3’ünde görülür. Bu korkulara sahip bireylerle yapılan araştırmalar özgül korkuların çoğunlukla çocukluklarından beri olduğunu ya da nadiren ergenlik döneminden sonra oluştuğunu ortaya koymuştur. 

Kalıtsal genetik özelliklerimizin yanı sıra çevremizin tutumu da özgül fobilerin oluşumunda etkilidir. Klasik koşullanmalarımız ve gözlemsel öğrenmelerimizin fobilerimizi yaratan psikolojik etkenler olabileceği düşünülmektedir. 

Bir ruh sağlığı uzmanı ile görüşmeleriniz sonucu Fobilerinizin üstünüzdeki etkilerini azaltabilirsiniz. 






Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan



OTHELLO SENDROMU

Bir diğer adlandırılışı ‘Patolojik Kıskançlık’ olan bu sendrom, kişide saplantılı düşüncelere neden olur ve tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak kabul edilir.

  • Hiç saç bulmak isteyerek eşinin kıyafetlerini arayan bir kadın gördünüz mü? 
  • Size telefon açıp ulaşamadığında aşırı tepkiler vererek, yersiz imalarda bulunan bir sevgiliniz oldu mu?
  • Okuldan sadece 5dk geç geldiğiniz için ne yaptığınızı irdeleyen, şüphelenen bir ebeveyniniz oldu mu?

Eğer cevabınız evet ise, Othello Sendromu size çok da uzak bir kavram değil demektir. 

Othello Sendromu’na sahip kişilerde kıskançlık, kendilerine olan güvensizliklerinden dolayı ortaya çıkmaktadır. Bu duygu aynı zamanda değersizlik ve çaresizlik duygularını da beraberinde getirerek kısır bir döngü oluşturur. 

Belirtileri nelerdir…

  • Basit bir olaya duruma karşı aşırı tepkiler verirler
  • Kafalarında hayal ürünü senaryolar üretir ve kendilerine inandırırlar
  • Aşırı derecede saldırganlık ve şiddet eğilimleri vardır
  • Birlikte oldukları kişiyi her şeyden ve herkesten saplantılı şekilde kıskanırlar
  • Sevgililerinden ya da eşlerinden ayrılmaktan kaçınırlar
  • Terk edilme ve yalnız kalma fobileri vardır

Son yıllarda sosyal medyanın da tetiklediği bir hastalık olmuştur. Kişinin sosyal medyada takıntılı şekilde takip ettiği kişiler, herkesi mutlu görmek bu durumu tetikler. 

Bu kişiler kendilerini sürekli olarak,

  • Hüzünlü,
  • Çaresiz,
  • Değersiz,
  • Mutsuz                             hissederler.

Bu hastalıkta en etkili tedavi yöntemi, bir uzmana başvurarak, kişinin terapi sürecinden geçmesidir. 






Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

ANOREKSİ

Gençlerde, dış görünüşleriyle ilgilenmeye başladıklarında kendilerini başkaları ile karşılaştırıp diyet yapmak isteği sıklıkla gözlemlenmekte. Bu durum, yeme bozukluğu olduğu anlamına gelmez. Yeme bozukluğu teşhisi konulması için, bir uzman tarafından anormal davranışlar ve fiziksel bulgular saptanması gereklidir.

Anoreksi teşhisi koyulan kişilerde,

  • Belirgin kilo kaybı (Boyuna göre kilosunun normalin %15 altında olması)
  • Sürekli zayıflama düşüncesi içinde olması ve zayıf olsa bile diyet yapmak istemesi
  • Kilo kaybettikten sonra bile şişman olduğunu düşünmesi
  • Kilo alma korkusu yaşaması
  • Kızlarda adet düzensizliği ya da hiç adet görememe problemi
  • Yemeklerin kalorilerini sürekli değerlendirmesi
  • Toplum içinde yemek yemekten rahatsızlık duyması (Her zaman yalnız yemek istemesi)
  • Aşırı egzersiz yapması
  • Yeme krizleri geçirmesi ve sonrasında kendini kusturması
  • Uzun süreli uykusuzluk
  • Saçlarının ve tırnaklarının kolay kırılması
  • Sosyal olarak içine kapanması ve depresyon gibi belirtiler olabilir.

Anoreksi, ciddi bir yeme bozukluğu hastalığıdır. Aynı zamanda mental anlamda bir davranışsal sağlık sorunudur ve birçok fiziksel sağlık problemlerine de yol açmaktadır.

Anoreksi, çocukluk döneminde görüldüğünde, çocuğunuzun büyüme hücrelerinin yenilenmesini etkileyerek, kemik yoğunluğunda azalma, kalp ritim bozuklukları ve kan basıncında düşmeye neden olabilmektedir. 

Anoreksik bir bireyde,

  • Sıvı kaybı 
  • İleri evrelerde beyin fonksiyonlarında hasarlar
  • Baş dönmesi
  • Bayılma
  • Sinirlilik
  • Konsantrasyon yetersizliği 
  • Hafıza kayıpları                                            görülebilmektedir.

Çocuğunuzu yeme bozukluklarından korumak için,

  • Ebeveynler olarak, sağlıklı bir yaşam biçimi benimseyerek çocuğunuza örnek olmalısınız. 
  • Sağlıklı ve besleyici yemekleri hazırlarken, çocuğunuzdan da size yardım etmesini isteyin.
  • Yemeğin acıkınca yenmesi gerektiği, tok olduğunda hayır diyebileceğini çocuğunuza öğretin.
  • Düzenli egzersiz yapmayı, ailecek eğlenceli hale getirin. 

Tedavisi nedir?

Beslenme danışmanlığı ve Psikoterapi ile tedavisi mümkündür. Bozulmuş olan yemek yeme davranışı değiştirilerek, yeni bir yeme algısı ve düzeni oluşturulması amaçlanır. Eğer, beslenme bozukluğu gelişmeden teşhis koyulursa, tedavi süreci daha kolay olacaktır. 





Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

PAMUK NEDEN PRENS DEĞİL?

Disney animasyonlarında, erkekler kahraman olarak ve erkeklikleriyle gösterilirken kadını tasvir eden de basmakalıp bir prenses türü vardır. Bu gösterimler çocukların kadınların zayıf olduğunu düşünmelerine neden olabilir. Küçük kızlar ve erkekler bu masallara göre yaşarlar. Kızlar bu animasyonlarda hayatlarını prensesler gibi yaşamaya çalışırlar. Ancak bu masallarda kadınların pasif olduklarının ve bir prensin kurtarılmasını beklediklerinin farkında değillerdir.

Örneğin, Pamuk Prenses ve Uyuyan Güzel’de, Pamuk Prenses yedi cücenin onlarla kalmasına izin vermesi için kabini temizlemelidir. Bu durumda kadınlar ev işlerinden-temizlikten sorumlu olarak gösterilmektedir.

Uyuyan Güzel’de Aurora, “Kalbim şarkı söylemeye devam ederse / Şarkım kanatlanmaya devam edecek mi / Beni bulacak birine” derken bir gün büyüleyici prensiyle tanışacağına dair hayaller kuruyor.

Küçük Deniz Kızı’nda, Ariel ilk önce babasına karşı çıkan asi bir genç olarak sunuluyor, ancak Ursula’ya, bacakları için sesini veriyor. Kadınların bir koca bulmaları için duyulmasının gerekmediği, sadece görülmesinin yeteceği gibi bir mesaj olarak yorumlanabilir.

Güzel ve Çirkin’de Belle romantik bir ilişki aramıyor, ancak babası onun yakışıklı ve güçlü bir adam olan Gaston ile birlikte olmasını istiyor.

Hepimizin severek izlediği ve okuduğu, The Disney Company, kadın-erkek ilişkileri ile ilgili ilk bakışta fark edemediğimiz derin mesajlar veriyor ve bu mesajlar kalıp fikirlerin oluşmasında maalesef ki etkili oluyor.









Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

‘ÇİKOLATA YEMELİSİN’

Çikolata gerçekten de sandığımız kadar sağlıksız bir besin mi?

Harvard’lı bilim insanları, ‘Çikolatanın kalp sağlığı üzerindeki etkilerini’ konu alan ve 13 yıl süren bir araştırmayı tamamladılar. Araştırma sonucunda, “Kadınlar haftada 1 defa 30 gram çikolata yemeli” uyarısında bulundular. 

Bilim insanları, yapılan araştırmada, kadınlar ve erkekler için optimal çikolata tüketiminde farklılık olması gerektiği belirlendi. 

  • Kadınlar haftada 1 kez 30 gram çikolata tüketmeliymiş, bu sayede bireyde düzensiz kalp atışı görülme riskinin yüzde 21 oranında azaldığı saptanmış. 
  • Erkeklerde ise durum daha rahat, haftada 2 ilâ 6 kez aynı miktarda çikolata yemelerinin, bireyde düzensiz kalp atışı görülme riskini yüzde 23 oranında azalttığı saptanmış. 

Uzmanlar yaptıkları araştırmalar sonucu, özellikle bitter çikolata tüketilmesinin koruyucu etkisinin daha yüksek olduğunu vurguluyorlar. 

Acil çikolata yemeliyim…

Çikolata krizine girdiğinizde, vücudunuzun istediği şey aslında çikolata değil de kakao olabilir. 

Kakao, çikolatanın içinde bulundurduğu yağlar ve şekerlerden dolayı sağlıksız olmasının aksine, birçok faydası bulunan sağlıklı bir besindir. 

Sütlü çikolata, beyaz çikolata ve krem çikolata tüketmekten uzak durmalı, mümkün olduğunca saf olan ve en az %70 oranında kakao içeren çikolataları ya da toz kakaoyu tercih etmelisiniz. 

Kakao mutluluk taşıyor…

Kakao, mutluluğa neden olan serotonin hormonu üretimini arttıran bir aminoasit olan triptofanı içerir. Kakao içerdiği triptofanı sayesinde, anksiyete, sinirlilik ve depresyon gibi sorunların üstesinden gelmenizde, size iyi gelecektir. Bu gibi durumlarda çikolata yemeniz, size faydalı olmuş olacaktır. 

Stresle başa çıkabilmenizi sağlar…

Kakao, yeşil çaydan bile daha fazla antioksidan içerir. Bu antioksidanlar stres seviyenizi azaltır, yaşlanmanızı geciktirir, kalp-damar hastalıklarına ve kansere yakalanmanızı önler.

Kakao kemiklerinizi ve dişlerinizi kuvvetlendirir…

Şeker içermeyen kakao, içerdiği kalsiyum ile kemiklerinizi ve dişlerinizi kuvvetlendirir. Beyaz şeker vücutta kalsiyum sindirimini zorlaştıracağı için şekersiz olanı tercih etmelisiniz. 

Kendinizi daha aktif ve enerjik hissedersiniz…

Kendinizi yorgun veya stresli hissettiğinizde yeterli miktarda kakao tüketmeniz, size ihtiyacınız olan enerjiyi sağlayacaktır.

Kakao rahatlamanıza yardımcı olur…

Kakao, magnezyum minerali açısından en zengin besinlerin başında gelir. Her gün bir miktar kakao tüketmeniz, sinir sisteminizi ve kaslarınızı besleyen bu minerali almanızı sağlar.  

Bağışıklık sisteminizi güçlendirir…

Kakao, C vitamini de içerir. Bu vitamin, bağışıklık sisteminizi güçlendirip sizi pek çok hastalığa karşı koruyacak ve ayrıca cildinizi de besleyecektir.  Üşüdüğünüzde veya soğuk algınlığınız olduğunda bir bardak sıcak çikolata içmeniz size iyi gelecektir. 




Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

MİSOFONYA

Başkalarının dikkatini bile çekmeyen sesler, sizi aşırı derecede rahatsız ediyorsa ve hemen orayı terk etmek istiyorsanız bu Misofonya olabilir. 

Mesela sinemadayken tanımadığınız birinin mısır yerken çıkardığı sese tahammül edemediğiniz oldu mu? 

Bireyin seslere seçici olarak duyarlılık sendromu olarak adlandırılabileceğimiz bu hastalığın ismi, aşırı derecede iğrenme anlamına gelen Yunanca ‘Miso’ kelimesi ile, ses anlamınna gelen ‘Phonia’ kelimelerinin birleşmesi ile oluşuyor.

Misofonya, özellikle diğer insanların çıkardığı seslerden aşırı düzeyde bir rahatsızlık hissetmek olarak tanımlanır.

Bireyi nasıl etkiliyor?

Olağan seslerden aşırı derecede rahatsız olmak, iğrenmek, tiksinmek, endişelenmek ve kaçınma şeklinde davranışsal tepkiler verilmesi Misofonya olan bireylerde gözlemlenmektedir.

Başkalarına sıradan gelen seslerden rahatsız olan kişiler, çoğu zaman bu tür seslerin olduğu ortamlara girmiyor, girmek zorunda kaldıklarında da kaçmanın yollarını arıyorlar. Misofonya olan bireyler, hassasiyet yaratan seslerle karşılaştıklarında öfke patlamaları yaşayabiliyor, tepkiler verebiliyorlar.

Neden oluyor?

Misofonyanın nedeni, günümüzde tam olarak bilinmiyor ve bu durumun nedenini açıklamak için ortaya atılan birçok hipotez var. 

Bazı araştırmacılar, duygusal beyin olarak bilinen Limbik Sistem ile İşitme Merkezi arasındaki anormal aktivitenin bu rahatsızlığa neden olduğunu düşünüyorlar. 

Yakın zamanda yapılan bir araştırmada, beyin aktivitesinin ölçülmesinde kullanılan bir yöntem olan Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme (fMRI) yöntemi ile Misofonya sorunu olan kişiler ve Misofonya şikâyeti olmayan kişiler kontrol grubu olarak karşılaştırıldı. Araştırmadaki katılımcılara, yemek yerken, nefes alıp verirken çıkan sesler, yağmur sesi gibi olağan sesler dinletildikten sonra bebek ağlaması ve çığlık gibi insanların çoğunluğunu rahatsız eden sesler dinletildi.

Araştırma sonucunda, Misofonya sorunu olan kişilerin beyinlerindeki duygusal farkındalık ve bilinçli kontrol gerektiren davranışlarda önemli düzenleme rolü olan Anterior Insular Korteks (AIC) bölümünün, kontrol grubuna göre daha aktif olduğu gözlemlendi. AIC’nin beyindeki diğer duygu düzenleme merkezleriyle olan bağlantısının da normalden daha fazla olduğu gözlemlendi. Ayrıca sese karşı hassasiyetin şiddeti arttıkça, bu bağlantılarda da artış olduğu not edildi.

Misofonya tedavi edilebilir mi?

Dönemimizde Misofonya sorunun çözümlenmesi için kanıtlanmış bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Ancak, hastalığın nedeni daha iyi anlaşıldığında tedavi yöntemlerinin de bulunacağı düşünülmekte. 






Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

ÇİÇEKLERİN ÜZERİMİZDEKİ ETKİLERİ

Mis gibi kokan çiçekler hepimizin mevsim geçişlerinde ilk dikkatini şey olur. Peki güzelliklerinin, kokularının bizi büyülemesinin bilimsel kanıtları var mı?

Amerika Birleşik Devletleri’nin New Jersey eyaletinde bulunan Rutgers Üniversitesi’nde yapılan araştırma, kendisine çiçek gönderilen kişilerin uzun süreli pozitif duygular hissettiklerini ortaya koymuş. 

Bu bilimsel araştırma, çiçeklerin yarattığı bir güç olduğunu ve bu gücü kullanarak çeşitli duygu hallerinin oluştuğunu işaret ediyor.  En önemli etkenlerin de çiçeklerin renkleri ve kokusu olduğu belirtiliyor. 

Her bir çiçeğin sahip olduğu bir renk var ve bu renkler uzmanlara göre, retinadan geçip optik sinirlere giderek vücudun cevap vermesini sağlayan zinciri uyaran bir ışık dalgası yaratıyorlar. Sinir sistemi boyunca da sinirsel sinyallerin iletilmesine yardımcı olan Nörotransmitterların salınımı gerçekleşiyor. 

Bu salınım sonucunda ise vücudunuzda,

  • İnsanı sakinleştiren bir hormon olarak kabul edilen melatonin
  • Uyarıcı etkisi ile adrenalin 
  • Mutluluk hormonu olan serotonin 

gibi yararlı hormonlar salgılanıyor.

Ruh halimize etkileri…

Jeannette Haviland-Jones ve eşi Terry McGuire çiçeklerim stres azaltmaya yardımcı olduğunu ve olumlu duygular geliştirdiğini gözlemledikleri araştırmalar yapmışlardır.

Kırmızı güller, 

  • Kırmızı rengi ile dikkat çekicidirler
  • Adrenalin seviyesini arttırıcı etkiye sahiptir
  • Enerjinin ortaya çıkmasını sağlar
  • Romantizm ve aşk gibi hisler ile ilişkilendirilir

İris çiçeği,

  • Süsen ya da Nevruz çiçeği olarak da bilinir
  • Mavi renkli olanları, beyin epifizini uyararak, uyku düzeninizi olumlu etkiler
  • Sakinlik yaratır
  • Stres ve endişe seviyenizi azaltır
  • Güven hissi ortaya çıkar
  • Korku hissi kaybolur

Ayçiçeği

  • Dikkat arttırıyor
  • Kişinin daha kararlı olmasına etki ediyor
  • Daha iyimser hissetmenizi sağlıyor

Çan çiçeği

  • Uyumanızı sağlayan melatonin hormonunu tetikliyor
  • Tiroksin hormonunu uyararak, tiroit bezinin ve metabolik hızın düzenlenmesini sağlar

Zinya çiçeği

  • Nefes hızınızı yavaşlatır
  • Sakinleşmenizi sağlar






Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan