YAVAŞLA

Psikolojinin Bize Öğrettikleri ve Kültürlerin İlham Veren Ritimleri

Bugün sizinle modern dünyanın hızına karşı bir panzehir olan “yavaşlamak” üzerine konuşalım mı?

Klinik psikolog olarak, danışanlarımla yaptığım görüşmelerde sık sık şu cümleyi duyuyorum: “Durup nefes alacak zamanım yok.” Peki, gerçekten öyle mi? Yoksa biz mi kendimizi bu hıza mahkum ediyoruz?

Gelin, yavaşlamanın psikolojik faydalarına, farklı ülkelerdeki kültürlerin bize öğrettiklerine ve çocuklarla ilişkimize bir göz atalım.


Yavaşlamanın Psikolojik Faydaları

Yavaşlamak, sadece romantik bir fikir değil, aynı zamanda psikolojik sağlığımız için bir gereklilik. İşte bilimin bize söyledikleri:

  • Hızlı yaşam tarzı, kronik stresi tetikler ve kortizol seviyelerini yükseltir. Yavaşlamak ise parasempatik sinir sistemini aktive ederek, vücudun “dinlen ve sindir” moduna geçmesini sağlar (Sapolsky, 2004). Bu da stresi azaltır ve duygusal dengeyi destekler.
  • Mindfulness (anda kalma) pratikleri, yavaşlamanın en etkili yollarından biridir. Jon Kabat-Zinn’in 1990’larda geliştirdiği Mindfulness Temelli Stres Azaltma (MBSR) programı, yavaşlamanın kaygı ve depresyonu azalttığını gösteriyor. Yavaşlamak, bize “şimdi ve burada” olmayı öğretir.
  • Beynimizin Default Mode Network (DMN) adı verilen bir ağı, dinlenme sırasında aktive olur. Bu ağ, yaratıcı düşüncelerin ortaya çıkmasını sağlar (Buckner et al., 2008). Yani, yavaşladığımızda aslında beynimiz daha yaratıcı olur!

Hygge’den Ikigai’ye İlham Veren Gelenekler

Farklı kültürler, yavaşlamayı bir sanat haline getirmiş.

  • Hygge (Danimarka): Hygge, Danimarka’da sıcaklık, rahatlık ve samimiyet anlamına gelir. Araştırmalar, hygge’nin insanların mutluluk seviyelerini artırdığını gösteriyor (Sørensen, 2016). Mum ışığı, sıcak bir battaniye ve sevdiklerinizle geçirilen zaman, hygge’nin özünü oluşturur. Bu, yavaşlamanın en keyifli hali!
  • Lagom (İsveç): Lagom, “ne az ne çok, tam kararında” demek. Bu felsefe, dengeli bir yaşam sürmeyi öğütler. İsveçliler, lagom sayesinde iş-yaşam dengesini koruyor ve stresi minimumda tutuyor.
  • Ikigai (Japonya): Ikigai, “yaşam amacı” anlamına gelir. Japonlar, ikigai’lerini bulduklarında daha uzun ve mutlu bir yaşam sürüyor (Buettner, 2005). Yavaşlamak, ikigai’yi keşfetmek için bir fırsattır.

Çocuklar Hızlandırmak mı, Yavaşlamayı Öğrenmek mi?

“Hadi” ile Büyüyen Çocuklar

Modern ebeveynlik, çocukları sürekli bir aktivite ve başarı baskısı altında tutuyor. Ancak, çocukların yavaşlamaya ihtiyacı var. İşte nedenleri:

  • Doğal Öğrenme Hızı: Jean Piaget’nin bilişsel gelişim teorisine göre, çocuklar kendi hızlarında öğrenir. Onları hızlandırmak, öğrenme süreçlerini olumsuz etkileyebilir (Piaget, 1952).
  • Oyunun Gücü: Oyun, çocukların duygusal ve sosyal becerilerini geliştirir. Yavaşlamak, onlara daha fazla oyun zamanı tanır. Carl Rogers’ın da dediği gibi, “Çocuklar, kendi hızlarında büyüdüklerinde daha sağlıklı bireyler olurlar.”
  • Duygusal Denge: Yavaşlamak, çocukların duygusal olarak dengeli olmalarına yardımcı olur. Sürekli koşuşturma, kaygı ve stres yaratabilir (Goleman, 1995).

Çocuklardan yavaşlamayı öğrenmek, aslında onların doğal ritimlerine saygı duymak anlamına gelir.

Onlara “hadi” demek yerine, onların keşfetme ve öğrenme süreçlerine eşlik etmek daha sağlıklıdır.


Yavaşlamayı Hayata Geçirmek

Yavaşlamak, bir yaşam tarzı haline getirilebilir. İşte bazı pratik öneriler:

  • Gün içinde belirli saatlerde teknolojiden uzak durun. Bu, zihninizi boşaltmanıza yardımcı olur.
  • Doğa yürüyüşleri, piknikler veya bahçe işleri, yavaşlamak için harika yollardır.
  • Sabah kahvenizi yavaşça içmek veya akşam yemeğini aileyle birlikte yemek gibi küçük ritüeller, yavaşlamanıza yardımcı olur.
  • Çocukların oyunlarına katılmak, hem onlarla bağ kurmanızı hem de yavaşlamanızı sağlar.









Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

‘ANNE OLMAK’ İÇSEL MÜCADELESİ

Hamilelik , Tüp Bebek , Doğum , Lohusa , Emzirmek , Bilmemek , İstememek , Çok İstemek…

Anne olmanın getirebileceği sevinç ve mutlulukla birlikte, içsel mücadeleler de kaçınılmazdır.

Anne olmak istememe, anne olmayı çok isteme veya bilmemekten korkma gibi duygular, oldukça doğal ve yaygın olan duygulardır.

Öncelikle, duygularınızı tanımak ve kabul etmek önemlidir. Kendinizi kötü hissetmenize neden olan duyguları inkar etmeyin. Her duygunun bir sebebi vardır ve bu duyguların geçici olduğunu unutmayın. Duygularınızı güvendiğiniz biriyle paylaşın. Bir yakınınızla veya profesyonel bir ruh sağlığı uzmanı ile duygularınızı konuşmak, duygusal yükü hafifletebilir.

Anne olmak istememe veya anne olmayı çok isteme gibi duyguların altında yatan nedenleri anlamak için seçeneklerinizi araştırın. Kendinize “Neden anne olmak istemiyorum?” veya “Neden anne olmak istiyorum?” gibi sorular sorduğunuzda içsel motivasyonunuz ve endişelerinizle ilgili hangi cevaplar geliyor?

Kendinize karşı anlayışlı olun ve kendi duygularınıza karşı sabırlı olun. Kendinizi eleştirmek yerine, duygularınızı anlamaya çalışın ve kendinizi destekleyin.

Anne olmayı isteme veya istememe kararınızı belirlerken, kendi değerlerinizi ve hedeflerinizi göz önünde bulundurmak bencillik değildir! Ne istediğinizi ve neye değer verdiğinizi düşünmek, kararınızı daha net bir şekilde anlamanıza yardımcı olabilir. Eğer anne olmayı istiyorsanız, doğum ve ebeveynlik konularında bilgi edinmek ve kendinizi hazırlamak önemlidir. Bu, duygusal olarak daha hazır hissetmenize ve belirsizlikten korkmanızı azaltmanıza yardımcı olabilir. Duygularınızı ve ihtiyaçlarınızı açıkça ifade edin. Eğer anne olmayı istemiyorsanız, bunu cesurca ifade etmek önemlidir. Aynı şekilde, anne olmayı çok istiyorsanız, bu isteğinizi paylaşmak ve destek istemekten de çekinmeyin.

Hamilelikte deneyimlenebilecekler hakkında bilgi sahibi olmak önemlidir. Bilgi edinmek, süreçler hakkında daha fazla anlayış geliştirmenize ve kendinizi daha hazır hissetmenize yardımcı olabilir.

Özellikle hamileliğin ilk trimesterinde, sabah bulantıları olarak bilinen mide bulantısı ve kusma sıkça görülür. Bu durum, hamilelik hormonlarının değişimi ve mide boşalma süresindeki yavaşlama ile ilişkilidir.

Hamilelik sürecinde artan hormon seviyeleri ve vücutta yapılan fizyolojik değişiklikler nedeniyle kadınlar genellikle daha fazla yorgunluk hissederler. Özellikle hamileliğin ilk ve son trimesterlerinde yorgunluk daha belirgin olabilir.

Hamilelik ilerledikçe, artan karın boyutu ve vücut ağırlığı sırt ve belde ağrılara neden olabilir. Ayrıca, hamilelik hormonları da bağ dokularını gevşetir ve bel ağrılarına katkıda bulunabilir.

Hamilelik sırasında sindirim sistemi üzerindeki baskı artar ve bu da kabızlık ve hazımsızlık gibi sindirim sorunlarına neden olabilir.

Hamilelik, fiziksel olarak olduğu kadar duygusal olarak da zorlayıcı olabilir. Anne adayları, bebeğin sağlığı, doğum süreci ve ebeveynlikle ilgili kaygılar yaşayabilirler.

Hamilelik sırasında idrar yolu enfeksiyonu riski vardır. Hamilelik hormonları ve artan idrar miktarı, idrar yolu enfeksiyonlarının yayılmasına neden olabilir.

Hamilelik sırasında, rahat bir pozisyon bulmak zorlaşabilir ve sık sık tuvalete gitme ihtiyacı uyku kalitesini azaltabilir. Ayrıca, hamilelik hormonları ve duygusal stres de uyku problemlerine neden olabilir.

Bazı kadınlar hamilelik sırasında kilo alımıyla ilgili endişeler yaşayabilirler. Bununla birlikte, sağlıklı bir hamilelik için ne gerektiği her kadının vücut tipi ve hamilelik öncesindeki kilosuna göre değişiklik gösterebilir.

Bu zorluklar her kadın için farklılık gösterebilir ve her kadın hamileliği farklı şekilde deneyimler. Ancak, düzenli prenatal bakım, sağlıklı beslenme, düzenli egzersiz, stres yönetimi ve uygun dinlenme gibi sağlık önlemleri alarak bu zorluklarla başa çıkabilirsiniz. Ayrıca, herhangi bir endişe veya sorununuz varsa, sağlık uzmanınızla konuşmaktan çekinmeyin.

Tüp bebek, tıbbi bir prosedür olan yardımlı üreme tekniklerinden biridir ve çiftlerin ebeveyn olma şansını artırmak için kullanılır. Çiftlerin, kadınların tüplerinde tıkanıklık, erkeklerde sperm kalitesi problemleri, hormonal dengesizlikler, endometriozis gibi çeşitli nedenlerden dolayı başvurdukları bir seçenektir. Yumurta ve sperm hücrelerinin laboratuvar ortamında döllenmesini ve ardından embriyonun anne adayının rahmine transferini içerir.

Tüp bebek tedavisi süreci, çiftlerde yoğun stres ve anksiyeteye neden olabilir. Tedavinin sonuçları konusundaki belirsizlik, başarısızlık korkusu, tedavi sırasındaki hormonal değişiklikler ve finansal baskılar gibi faktörler stres düzeyini artırabilir. Stres, anksiyete ve depresyon gibi duygusal zorluklar, ilişkide iletişim sorunlarına, uzaklaşmaya veya çatışmalara yol açabilir.

Aile ve toplumun beklentileri, tüp bebek tedavisi sürecinde çiftler üzerinde ek baskı oluşturabilir. Bu beklentiler ve baskılar, çiftlerin duygusal iyilik hallerini etkileyebilir.

Tüp bebek tedavisi sürecindeki psikolojik etkilenmeleri hafifletmek için çeşitli destek ve başa çıkma stratejileri kullanılabilir. Bunlar arasında destek gruplarına katılmak, terapi almak, stres yönetimi tekniklerini uygulamak, sağlıklı yaşam tarzı alışkanlıklarını sürdürmek ve psikolojik destek hizmetlerinden yararlanma gibi seçenekler bulunabilir.

Unutmayın ki tüp bebek tedavisi sürecinde yaşanan duygusal zorluklar oldukça yaygın bir durumdur ve profesyonel yardım almak, bu zorlukların üstesinden gelmede önemli bir adım olabilir.

“Lohusa”

Doğum sonrası dönemde, kadınların hormonal dengesi büyük ölçüde değişir. Özellikle östrojen ve progesteron hormonlarındaki ani düşüşler, duygusal dalgalanmalara ve ruh halindeki değişikliklere neden olabilir. Yeni anne olmanın getirdiği sorumluluklar, bebek bakımıyla ilgili endişeler, uyku eksikliği ve yaşam tarzında meydana gelen değişiklikler gibi faktörler lohusa döneminde anksiyete ve stres düzeylerini artırabilir. Lohusalık döneminde kadınlarda doğum sonrası depresyon (postpartum depresyon) riski artar. Bu durum, yoğun üzüntü, umutsuzluk, değersizlik hissi, uyku ve iştah problemleri gibi belirtilerle kendini gösterebilir.

Lohusalık döneminde kadınlar, annelik rolüne uyum sağlama süreciyle karşı karşıyadır. Bebekleriyle bağ kurma, emzirme, bebeği bakma ve onun ihtiyaçlarını anlama gibi becerileri öğrenme ve geliştirme sürecinde psikolojik zorluklar yaşayabilirler. Lohusalık döneminde sosyal destek almak, kadınların duygusal ve psikolojik iyilik hallerini etkileyebilir. Aile, arkadaşlar ve sağlık profesyonellerinden alınan destek, lohusa kadınların kendilerini daha güvende hissetmelerine ve bu dönemi daha iyi yönetmelerine yardımcı olabilir. Ancak, sosyal izolasyon ve desteksizlik durumunda lohusa kadınlar daha fazla stres ve duygusal zorlanma yaşayabilirler. Yeterli uyku, sağlıklı beslenme, egzersiz, dinlenme ve kişisel zaman gibi öz bakım uygulamaları, kadınların duygusal ve ruhsal iyilik hallerini destekleyebilir.

Lohusalık dönemi, bir kadının hayatındaki büyük bir geçiş dönemidir ve çeşitli duygusal, fiziksel ve psikolojik değişikliklerle birlikte gelir. Bu nedenle, lohusalık döneminde kadınların duygusal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak ve desteklemek önemlidir. Profesyonel yardım almak veya sosyal destek sistemlerinden faydalanmak, lohusalık dönemindeki zorlukların üstesinden gelmede yardımcı olabilir.

Dünya Sağlık Örgütü ve T.C. Sağlık Bakanlığı gibi önemli kuruluşlar, ilk altı ayın tamamında anne sütünün bebekler için ideal beslenme şekli olduğunu vurgulamaktadır. Anne sütü, bebeklerin sağlıklı büyümesini ve gelişimini destekleyen birçok önemli besin maddesini içerir ve bağışıklık sistemini güçlendirerek hastalıklara karşı korur. Ancak, emzirme deneyimi her anne için farklıdır ve bazı durumlarda beklenenin dışında gelişebilir. Toplumsal baskılar, beklentiler ve uygunsuz tavsiyeler, anneler üzerinde ek stres yaratabilir ve emzirme sürecini zorlaştırabilir. Bu nedenle, annelerin emzirme kararlarına saygı duyulması ve bu süreci yaşarken desteklenmeleri önemlidir.

Emzirme sürecinde karşılaşılan ağrı veya rahatsızlık hissi, emzirme sırasında bebeğin bağlanma sorunları gibi durumlar annenin duygusal ve psikolojik iyiliğini etkileyebilir, annenin kendini suçlu ve yetersiz hissetmesine neden olabilir. Bu duyguların üstesinden gelmek için, annelerin duygusal olarak desteklenmesi ve güçlü yönlerinin vurgulanması önemlidir. Ayrıca, emzirme kararının alınmasında ve uygulanmasında annenin içgüdülerine güvenilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Annenin sağlığı ve mutluluğu da göz ardı edilmemelidir. Bu süreçte hem çevrenin hem annelerin kendilerine saygı duymaları ve kendi ihtiyaçlarını da ön planda tutmaları gerekmektedir.

Herkesin anneler üzerindeki söylemlerinin anneleri yetersiz hissettirmesi veya baskı altında bırakması oldukça yaygın bir durumdur. Bu tür söylemler, annelerin özgüvenini ve kendilerine olan inançlarını zedeleyebilir, duygusal zorluklara ve streslere neden olabilir. İşte bu durumla baş etmek için bazı ipuçları:

Sınırlar Koyun
Kendinizi olumsuz etkileyen söylemlere maruz kaldığınızda, sınırlarınızı belirlemek önemlidir. İhtiyacınız olduğunda, bu tür konuşmaları durdurmak için net ve nazik bir şekilde sınırlarınızı ifade edin.

Kendinizle Olumlu Konuşmalar
Olumsuz dış etkilerle başa çıkmak için içsel konuşmalarınıza dikkat edin. Kendinizi olumlu ve güçlü yönlerinizi hatırlatarak destekleyin. Herkesin hataları ve zayıflıkları olduğunu unutmayın ve kendinizi eleştirmek yerine kendinize nazik olun.

Empati ve Anlayış
Diğer insanların sözlerini kendi kişisel değerlendirmeleriniz olarak almaktan kaçının. Birinin sizi yetersiz hissettiren bir söylemi, genellikle onların kendi içsel savaşlarının bir yansıması olabilir. Empatiyle yaklaşarak, onların neden bu şekilde davrandığını anlamaya çalışın.

Kendinizle Zaman Geçirin
Kendinize zaman ayırmak ve kişisel ihtiyaçlarınızı karşılamak önemlidir. Dinlenmek, egzersiz yapmak, hobilerle ilgilenmek veya sadece sessiz bir ortamda zaman geçirmek, duygusal dengenizi korumanıza yardımcı olabilir.

Başkalarının Beklentileri
Kendinize gerçekçi beklentiler belirleyin ve dışarıdan gelen baskılar yerine kendi beklentilerinize kulan verin.

Herkesin annelik deneyimi farklıdır ve dış etkilerle başa çıkmak da kişiden kişiye değişir. Kendinizi korumak ve duygusal sağlığınıza öncelik vermek önemlidir. Baş etme stratejileri bulmak için zaman ayırın ve kendinizi olumlu bir şekilde destekleyin.

Eğer duygularınızla başa çıkmakta zorlanıyorsanız, bir terapist ile görüşmek faydalı olabilir. Profesyonel destek almak, duygusal olarak daha sağlıklı bir şekilde başa çıkmanıza yardımcı olabilir.















Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

BİLİŞSEL GELİŞİM & PİAGET

Jean Piaget, İsviçreli bir psikolog ve bilişsel gelişim alanının öncülerinden biridir. Piaget, çocukların zihinsel gelişimini anlamak ve açıklamak amacıyla kapsamlı bir araştırma programı yürütmüştür. Çocukların dünya hakkındaki anlayışlarının yaşa ve deneyime bağlı olarak nasıl değiştiğini açıklar. Onun çalışmaları, bilişsel gelişimin dört temel evresini tanımlayan ünlü “Bilişsel Gelişim Kuramı”nı oluşturmuştur.

Duyusal-Motor Evre (0-2 yaş): Bu evre, doğumdan itibaren başlar ve yaklaşık 2 yaşına kadar sürer. Bu dönemde çocuklar dünya ile temas kurar ve çevrelerini duyuları ve motor becerileri aracılığıyla keşfederler. Nesneleri tanıma, nesneleri elde etme ve manipüle etme yetenekleri bu evrede gelişir. Ayrıca bu dönemde nesnelerin sürekliliği ve durağanlığı gibi temel kavramlar gelişir.

İşlem Öncesi Evre (2-7 yaş): Bu evre, yaklaşık 2 ila 7 yaşları arasında devam eder. Çocuklar bu dönemde sembollerle çalışmaya başlarlar ve düşünce yetenekleri gelişir. Ancak bu düşünce, somut ve elle tutulabilir nesnelerle sınırlıdır. Mantıksal düşünce ve soyut kavramları anlama bu evrede tam olarak gelişmemiştir.

Somut İşlem Evresi (7-11 yaş): Somut işlem evresi, yaklaşık 7 ila 11 yaşları arasında sürer. Bu dönemde çocuklar somut nesneler ve olaylar üzerinde mantıksal düşünme becerilerini geliştirirler. Toplama, çıkartma, sınıflandırma ve ölçme gibi somut işlemleri yapabilirler. Ancak soyut kavramları ve hipotetik düşünceyi henüz tam olarak anlayamazlar.

Formel İşlem Evresi (12 yaş ve sonrası): Formel işlem evresi, yaklaşık 12 yaşından itibaren başlar ve yetişkinlik dönemine kadar devam eder. Bu evrede bireyler soyut düşünme, hipotetik düşünme ve mantıksal düşünme becerilerini geliştirirler. Soyut kavramları anlamak, hipotezler üretmek ve karmaşık mantıksal sorunları çözmek bu dönemin özelliklerindendir.

Jean Piaget’nin bilişsel gelişim kuramı, ebeveynlere çocukların zihinsel gelişimini anlama ve destekleme konusunda rehberlik sağlar. Piaget, çocukların zihinsel gelişiminin evrelerle ilerlediğini ve her evrede farklı düşünme yeteneklerine sahip olduklarını vurgular. Ebeveynler olarak, çocuğunuzun yaşına ve bilişsel evresine uygun bir şekilde iletişim kurmak ve onun gelişimini desteklemek önemlidir.

Çocuğunuzu Gözlemleyin: Çocuğunuzun davranışlarını ve düşünce süreçlerini gözlemleyin. Bu, onun hangi evrede olduğunu ve ne tür destek veya yönlendirmeye ihtiyaç duyabileceğini anlamanıza yardımcı olur.

Çocuğunuzun Somut Düşünme Evresini Anlayın: Çocuklar somut düşünme evresindeyken, somut nesneler ve olaylarla daha iyi başa çıkarlar. Onların soyut düşünme yetenekleri gelişmemiş olabilir, bu nedenle somut örnekler ve deneyimlerle öğrenmelerine yardımcı olun.

Soru Sormaya Teşvik Edin: Çocuğunuzun düşünme becerilerini geliştirmesine yardımcı olmak için ona sorular sormayı teşvik edin. Kendi fikirlerini ifade etmesi ve sorunları çözmesi için fırsatlar yaratın.

Sabırlı Olun: Piaget’nin kuramı, çocukların bilişsel gelişiminin yaşa bağlı olarak ilerlediğini gösterir. Bu nedenle, çocuğunuzun kavramlarını anlaması ve geliştirmesi için zamana ihtiyacı olduğunu unutmayın. Sabırlı olun ve onun hızına saygı gösterin.

Oyun ve Keşif İmkanları Sunun: Oyun, çocuklar için öğrenmenin temel bir yoludur. Onlara farklı materyallerle oynamaları için fırsatlar sunun ve keşfetmelerine izin verin. Bu, somut düşünme becerilerini geliştirmelerine yardımcı olur.

Bağımsızlık ve Kendilik İnşası İçin Destekleyin: Piaget’nin kuramı, çocukların kendi kimliklerini inşa etme sürecini vurgular. Bu süreci desteklemek için çocuğunuza kendi kararlarını verme fırsatları verin ve bağımsızlık kazanmasına yardımcı olun.

Jean Piaget’nin bilişsel gelişim kuramı, ebeveynlere çocuklarının zihinsel gelişimini daha iyi anlama ve onların potansiyelini en üst düzeye çıkarmak için nasıl yardımcı olabileceklerini anlatır. Bu yaklaşım, çocukların öğrenme ve düşünme süreçlerini daha iyi anlamamıza ve onları daha etkili bir şekilde desteklememize yardımcı olur.











Telif Hakkı Uyarısı:
Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

EBEVEYN REHBERLİĞİ

Ebeveynlerin Çocukların Hayatındaki Rolü

Ebeveynler, çocukların hayatında eşsiz ve kritik bir rol oynarlar. Bu rol, çocukların kişilik gelişiminden değerlerine, becerilerinden duygusal sağlıklarına kadar birçok farklı alanı içerir.

  1. Koruma ve Güvence Sağlama: Ebeveynler, çocuklarının fiziksel ve duygusal güvenliğini sağlama sorumluluğuna sahiptir. Bu, çocukların dünyayı keşfederken kendilerini güvende hissetmelerini sağlar.
  2. Eğitim: Ebeveynler, çocuklara temel becerileri öğretmek ve yaşamları boyunca öğrenmelerini desteklemekle yükümlüdür. Bu, çocukların okul başarısı ve ileriki yaşamlarındaki başarıları için temel oluşturur.
  3. Duygusal Destek: Ebeveynler, çocukların duygusal ihtiyaçlarını anlamak ve onları duygusal olarak desteklemekle sorumludur. Çocuklar, ailelerinden sevgi ve kabul gördüklerinde daha sağlıklı duygusal ilişkilere sahip olurlar.
  4. Değerler ve İnançlar: Ebeveynler, çocuklarına ahlaki değerleri, inançları ve davranışları öğretirler. Bu, çocukların toplumlarına olumlu katkı sağlamalarına yardımcı olur.

Bu kadar alanda birlikteyken, ebeveynler ve çocuklar arasındaki çatışmalar kaçınılmazdır. Ancak bu çatışmalar, sağlıklı bir şekilde çözülebilir.

Ebeveynler ve çocuklar arasında açık ve dürüst iletişim kurmak çok önemlidir. Birbirlerini dinlemek, duygularını ifade etmek ve anlamaya çalışmak, çatışmaları çözme sürecini kolaylaştırır.

Ebeveynler, çocukların duygusal perspektifini anlamaya çalışmalıdır. Empati, çocukların duygusal ihtiyaçlarını daha iyi karşılamak için kullanılabilir.

Çatışma anlarında öfkeli veya stresli tepkiler vermek yerine sakin kalmak önemlidir. Kontrollü bir şekilde davranmak, daha yapıcı bir çözüm bulma sürecine yardımcı olabilir.

Ebeveynler ve çocuklar arasındaki çatışmaların çözümü için işbirliği yapılmalıdır. Ortak bir çözüm bulma çabaları, her iki tarafın da memnun olacağı sonuçlara yol açabilir.

Ebeveynlerin Terapi Sürecindeki Rolü (18 Yaş Altı Danışanlar İçin)

Ebeveynler, 18 yaş altı danışanlar için terapi sürecinde önemli bir destek sağlayabilirler.

  1. Ebeveynler, çocuklarının terapi sürecine aktif bir şekilde katılmalı ve destek olmalıdır. Bu, çocukların tedaviye daha olumlu bir şekilde yanıt vermesine yardımcı olabilir.
  2. Terapi sürecinde ebeveynler, çocuklarının duygusal deneyimlerini anlamak için terapistleriyle düzenli iletişim halinde olmalıdır. Bu, terapistin daha etkili bir şekilde yardımcı olmasına olanak tanır.
  3. Ebeveynler, terapi seanslarında öğrenilen becerileri evde uygulamada çocuklarına yardımcı olmalıdır. Bu, terapinin günlük yaşama entegre edilmesine katkı sağlar.
  4. Ebeveynler, çocuklarının terapi sürecinde sabırlı ve anlayışlı olmalıdır. Değişim zaman alabilir ve ebeveynlerin destekleri bu süreci kolaylaştırabilir.
















    Telif Hakkı Uyarısı:
    Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
    ©psikologecemsercan

DEPREM

Deprem, fiziksel hasarın ötesinde psikolojik etkilere de yol açan bir doğal afettir. Travma sonucunda kişilerde stres, korku, çaresizlik ve kaygı gibi duygusal tepkiler görülebilmektedir. Depremin ardından insanlar yaşadıkları yerde güvende hissetmekte zorlanabilirler. Güvenli alan kaybı, kişilerin güvendikleri yerlerin artık güvende olmadığına dair duygusal bir algı oluşturabilir.

Travma sonrası iyileşme süreci, bireyden bireye farklılık gösterecektir. Ancak, travmanın etkilerini hafifletmek ve geçişini kolaylaştırmak için bazı teknikler kullanmaktayım. Bunlar arasında psikoterapi, EMDR, destek grupları, meditasyon, birlikte derin nefesler alma ve fiziksel aktiviteler yer alabilmekte. Öncelik kişinin yaşadığı duygusal tepkileri tanımlaması ve ifade etmesini kolaylaştırmak, travmanın etkilerini azaltmaya yardımcı olmaktır.

Depremi Çocuklara Anlatabilirim
Depremin çocuklara anlatılması, onların yaş ve gelişim düzeyine uygun olmalıdır. Duygusal desteğin sağlandığı bir ortamda, basit ve anlaşılır bir dil kullanarak deprem hakkında bilgi verilmelidir. Gerçekleri çarpıtmadan, ancak çocuğun korku düzeyini artırmadan açıklamalar yapmak önemlidir. Çocukların sorularını cevaplarken sabırlı olunmalı ve onların duygusal tepkilerine duyarlılık gösterilmelidir.

Yas Süreci ve Uzamış Yas
Yas süreci, kayıp veya travma sonrasında yaşanan duygusal tepkilerin zaman içinde değişen bir dizi aşamadan geçmesini ifade eder. Bu aşamalar inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabul şeklinde sıralanır ancak yas süreci bireyden bireye farklılık gösterebilir ve farklı zamansal süreçler gözlenebilir. Uzamış yas, normal yas sürecinin beklenenden daha uzun sürdüğü durumu ifade eder. Profesyonel yardım, yas sürecinde destek sağlamak için önemlidir.

Toplumsal Yas
Toplumsal yas, bir topluluğun veya toplumun geniş bir kesiminin bir olayın veya kaybın etkisi altında duygusal tepkiler göstermesidir. Depremler gibi doğal afetler toplumsal yas süreçlerine yol açabilir. Toplumsal yas, dayanışmayı artırabilir ve insanları bir araya getirebilir. Topluluk desteği ve kaynaklar, toplumsal yas sürecinde önemli bir rol oynayabilir.

Depremin travmatik etkileri ‘çok gerçek’ ancak, uygun bilimsel temelli yaklaşımlar ve duygusal destek ve yönlendirme ile bireyler ve toplumlar bu zorlu süreçlerle başa çıkabiliriz.











Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan

TÜKENMİŞLİK (BURNOUT)

”Yıllardır iş yerimde yoğun tempolu çalışmaktayım ve son birkaç aydır tuhaf bir his içindeyim. Sanki yetmiyor. Uzaklaşıyorum. Adeta enerjimin tükendiğini ve artık aynı performansı sergileyemediğimi, hatta sergilemeye mecalimin kalmadığını fark ettim. Motive olamıyorum. Bana neler oluyor?”

Tükenmişlik, hızlı tempolu yaşamlarımızın bir sonucu olarak; özellikle uzun süreli stres, yüksek iş yükü ve duygusal zorlanma gibi etkenlerin bir araya gelmesi ile ortaya çıkan hem zihinsel hem fiziksel hem de duygusal bir tükenme halidir. Tükenmişlik yaşıyorsanız, normalde anlamlı bulduğunuz faaliyetlerde bulunmanın zor olduğunu fark edebilirsiniz.

”Son zamanlarda evde sürekli artan taleplerle başa çıkmaya çalışırken, enerjimin ve motivasyonumun gitgide azaldığını fark ettim. Eşim ve çocuklar beni görmüyor gibi, ya da ben onlara uzaklaştım bilmiyorum, içimden gelmiyor.”

“Tükenmişlik” terimi ilk kez 1970’lerde Herbert Freudenberger ve Christina Maslach tarafından kullanıldı. Bu durumu “duygusal tükenme, düşük kişisel başarı hissi ve duygusal mesafelenme” olarak tanımladılar. DSM-5’e göre, tükenmişlik sendromu genellikle “uzun süreli iş stresine bağlı olarak enerji kaybı, duyarsızlaşma ve azalmış kişisel başarı hissi” ile karakterizedir.

Burn out kişi yaşamına karşı duyarsızlaşır, duygusal olarak uzaklaşır ve motivasyonunu yitirir, başarı hazzı yaşayamaz.

”Son zamanlarda iş yerine gitmekten kaçınmaya başladım, işimi yapmaktan zevk alamıyorum ve bu da genel ruh halimi olumsuz etkiliyor. Evde de hiç bir işi yapmak istemiyorum, mümkün olsa eve de gitmeyeceğim”

Tükenmişliğin pek çok nedeni olabilir.

  • Yoğun iş yükü
  • Düşük destek düzeyi
  • Düşük özerklik hissi
  • İş ile özel yaşam arasındaki dengeyi sağlayamama

    gibi faktörler etkili olabilir.


    Ancak, bazen tükenmişliğin gizli sebepleri de olabilir. Örneğin, içsel değerlerle uyumsuz bir işte çalışmak veya duygusal ihtiyaçların ihmal edilmesi bu duruma zemin hazırlayabilir.

Tükenmişlikle başa çıkmak için;

İlk olarak, öz bakım pratikleri benimsemek önemlidir. Düzenli egzersiz, yeterli uyku ve sağlıklı beslenme tükenmişliği hafifletmeye yardımcı olabilir.

İkinci adım ise duygusal destek almak. Yakın ilişkilerdeki destek, terapi almak veya destek grupları bu süreçte size yardımcı olabilir.

Ne olduğunu anlamak ve ele almak, daha sağlıklı bir yaşam için adım atmaktır. Unutmayın ki tükenmişlik uygun terapi planı ve stratejilerle aşılabildiğinde geçici bir durum olabilir.

‘Hayattan keyif alamıyorum’ diyorsanız okumak için tıklayınız









Bu yazının tüm hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır. Yazının tamamı veya bir bölümü; yazarın yazılı izni olmaksızın kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz, yayımlanamaz, ticari amaçla kullanılamaz. İzinsiz kullanım halinde yasal işlem başlatılacak olup, her türlü hukuki ve cezai sorumluluk izinsiz kullanan kişiye aittir.
©psikologecemsercan